-
مختصر کردم چو آمد ده پدید ** خود نبود آن ده ره دیگر گزید
- Onun için kısaca geçiyorum. Yolda bir köy göründü. Fakat o köylünün köyü değildi, başka bir yola saptı.
-
قرب ماهی ده بده میتاختند ** زانک راه ده نکو نشناختند
- Bir aya yakın bir müddet köyden köye dolaştılar. Çünkü köyün yolunu iyi bilmiyorlardı.
-
هر که در ره بی قلاوزی رود ** هر دو روزه راه صدساله شود
- Kılavuzsuz yola gidene iki günlük yol, yüz yıllık yol olur.
-
هر که تازد سوی کعبه بی دلیل ** همچو این سرگشتگان گردد ذلیل
- Kâbe’ye delilsiz giden bu başı dönmüş zavallılar gibi zillete düşer.
-
هر که گیرد پیشهای بیاوستا ** ریشخندی شد بشهر و روستا 590
- Ustaya müracaat etmeksizin bir sanat tutan kişi şehre de alay mevzuu olur, köye de!
-
جز که نادر باشد اندر خافقین ** آدمی سر بر زند بی والدین
- Doğuda da, batıda da anasız, babasız bir insan doğması pek nadirdir.
-
مال او یابد که کسبی میکند ** نادری باشد که بر گنجی زند
- Bir işe girişen, çalışan kişi mal kazanır. Ama nadir olarak bir adam, bir hazine de bulabilir.
-
مصطفایی کو که جسمش جان بود ** تا که رحمن علمالقرآن بود
- Fakat nerede bir Mustafa ki cismi can olsun da “Er rahman, Allemel Kur’an- Rahman, ona Kur’an’ı öğretti” sırrına ersin.
-
اهل تن را جمله علم بالقلم ** واسطه افراشت در بذل کرم
- Ten ehlinin hepsi kalemle, okuyup yazmakla öğrenir, öğretir. Allah kereminin bolluğuyla kalemi, öğretiş ve öğrenişe vasıta halk etmiştir.
-
هر حریصی هست محروم ای پسر ** چون حریصان تگ مرو آهستهتر 595
- Oğul, her hırs sahibi mahrumdur. Harisler gibi öyle koşma, aheste aheste yürü.
-
اندر آن ره رنجها دیدند و تاب ** چون عذاب مرغ خاکی در عذاب
- Şehirli ve çoluk çocuğu da o yolda karada yaşayan kuşun suda çektiği eziyet ve zahmet gibi eziyetler, zahmetler çektiler.
-
سیر گشته از ده و از روستا ** وز شکرریز چنان نا اوستا
- Köye de karınları toktu artık, köylüye de. Öyle usta olmadan şeker yapmaya da doymuşlardı, hatta.
-
رسیدن خواجه و قومش به ده و نادیده و ناشناخته آوردن روستایی ایشان را
- Şehirliyle akrabasının köye varmaları, köylünün onları tanımazlıktan gelmesi
-
بعد ماهی چون رسیدند آن طرف ** بینوا ایشان ستوران بی علف
- Bir ay sonra kendileri perişan, hayvanları yemsiz bir hâlde o köye vardılar.
-
روستایی بین که از بدنیتی ** میکند بعد اللتیا والتی
- Köylüye bak ki kötü niyeti yüzünden falan feşman diye zırvalamaya,
-
روی پنهان میکند زیشان بروز ** تا سوی باغش بنگشایند پوز 600
- Gündüzleri, bağına, bahçesine yüz tutmasınlar diye onlardan yüzünü gizlemeye koyuldu.
-
آنچنان رو که همه رزق و شرست ** از مسلمانان نهان اولیترست
- Gizlediği yüz de zaten tamamıyla hile ve riyadan ibaretti. Öyle yüzün, Müslümanlardan gizli kalması daha iyi.
-
رویها باشد که دیوان چون مگس ** بر سرش بنشسته باشند چون حرس
- Öyle yüzler vardır ki şeytanlar, sinek gibi başına üşüşür, bekçi gibi orada yurt tutar, otururlar.
-
چون ببینی روی او در تو فتند ** یا مبین آن رو چو دیدی خوش مخند
- Bu çeşit adamların suratını gördün mü ya bakma yahut da mademki baktın, hoşlanıp gülme.
-
در چنان روی خبیث عاصیه ** گفت یزدان نسفعن بالناصیه
- O çeşit habis ve âsi suratlar hakkında Allah, “Alnının perçeminden yakalar, çekeriz” dedi.
-
چون بپرسیدند و خانهش یافتند ** همچو خویشان سوی در بشتافتند 605
- Konuklar, köylünün evini sorup buldular, akraba ve bildikleri gibi kapıya koştular.
-
در فرو بستند اهل خانهاش ** خواجه شد زین کژروی دیوانهوش
- Köylünün evindekiler kapıyı kapadılar. Şehirli, bu aykırı hareketten deli gibi oldu.
-
لیک هنگام درشتی هم نبود ** چون در افتادی بچه تیزی چه سود
- Fakat zaten sertlik gösterilecek zaman değildi. Kuyuya düştükten sonra sertliğin ne faydası var?
-
بر درش ماندند ایشان پنج روز ** شب بسرما روز خود خورشیدسوز
- Tam beş gün, geceleri soğuktan üşüyerek, gündüzleri sıcaktan yanıp yakılarak kapısının önünde kaldılar.
-
نه ز غفلت بود ماندن نه خری ** بلک بود از اضطرار و بیخری
- Orada kalışları ne gafilliklerindendi, ne eşekliklerinden. Zaruretten, açlık ve susuzluk yüzündendi.
-
با لیمان بسته نیکان ز اضطرار ** شیر مرداری خورد از جوع زار 610
- İyiler, zaruret yüzünden kötülerle bağdaşırlar. Adam, zaruret yüzünden ölü eti bile yer!
-
او همیدیدش همیکردش سلام ** که فلانم من مرا اینست نام
- Şehirli, köylüyü gördükçe selâm vermekte, “ Yahu, ben filan kişiyim, adım da şu” demekteydi.
-
گفت باشد من چه دانم تو کیی ** یا پلیدی یا قرین پاکیی
- Köylü ”Olabilir. Fakat sen kimsin, nesin, ben ne bileyim? Belki kötü bir adamsın, belki temiz bir adam.
-
گفت این دم با قیامت شد شبیه ** تا برادر شد یفر من اخیه
- Şehirli dedi ki: “Bu an, tam kıyamete benzedi: Kardeş, kardeşinden kaçmada!”
-
شرح میکردش که من آنم که تو ** لوتها خوردی ز خوان من دوتو
- Şehirli, köylüye “ Soframdan fazlasıyla yemek yemedin mi sen? Ben o adam değil miyim?
-
آن فلان روزت خریدم آن متاع ** کل سر جاوز الاثنین شاع 615
- Filan gün sana feşman şey almadım mıydı, seninle buluşup görüşmez miydik?
-
سر مهر ما شنیدستند خلق ** شرم دارد رو چو نعمت خورد حلق
- Halk, aramızda ki sevgiyi duymuş, işitmiştir. Boğaz, nimet yerse yüz utanır” diye anlatıp duruyor.
-
او همیگفتش چه گویی ترهات ** نه ترا دانم نه نام تو نه جات
- Köylü de “Saçma sapan ne söylenip duruyorsun ki? Ne seni tanıyorum, ne adını, ne yerini!” diyordu.
-
پنجمین شب ابر و بارانی گرفت ** کاسمان از بارشش دارد شگفت
- Beşinci gece gökyüzünü bulutlar kapladı, bir yağmur başladı ki gök bile bu yağışa şaşa kaldı.
-
چون رسید آن کارد اندر استخوان ** حلقه زد خواجه که مهتر را بخوان
- Artık bıçak kemiğe dayanınca şehirli “Ev sahibini çağırın” diye kapının halkasını döğmeye başladı.
-
چون بصد الحاح آمد سوی در ** گفت آخر چیست ای جان پدر 620
- Köylü, yüzlerce ısrardan sonra nihayet kapıya gelip “Babasının canı ne istersin, ne var” deyince
-
گفت من آن حقها بگذاشتم ** ترک کردم آنچ میپنداشتم
- Şehirli, dedi ki: “Bunca haktan vazgeçtim, bütün zanlarımı, düşüncelerimi terk ettim.
-
پنجساله رنج دیدم پنج روز ** جان مسکینم درین گرما و سوز
- Zavallı cancağızım, beş günde bu sıcakta yanıp şu soğukta donarak beş yıllık zahmet çekti.”
-
یک جفا از خویش و از یار و تبار ** در گرانی هست چون سیصد هزار
- Bildikten, dosttan, soydan gelen bir cefa, ağyarın üç yüz bin cefasına eşittir.
-
زانک دل ننهاد بر جور و جفاش ** جانش خوگر بود با لطف و وفاش
- Çünkü insan, eşin dostun cevrü cefada bulunacağını ummaz, tabiatı daima onun lütfuna, vefasına alışmıştır.
-
هرچه بر مردم بلا و شدتست ** این یقین دان کز خلاف عادتست 625
- İnsanların uğradıkları belâ ve mihnet, dikkat edersen anlarsın ki alışmadıkları şeylerden meydana gelir.
-
گفت ای خورشید مهرت در زوال ** گر تو خونم ریختی کردم حلال
- Şehirli: “Ey sevgi güneşi zevale erişen arkadaş, kanımı bile döksen helâl ederim.
-
امشب باران به ما ده گوشهای ** تا بیابی در قیامت توشهای
- Yalnız şu yağışlı gecede bize bir bucak ver de kıyametten sen de bunun ecrine nail ol” dedi.
-
گفت یک گوشهست آن باغبان ** هست اینجا گرگ را او پاسبان
- Köylü, “Orada bağcının sığındığı bir bucak var. Bağcı, o bucakta kurtları bekler.
-
در کفش تیر و کمان از بهر گرگ ** تا زند گر آید آن گرگ سترگ
- Kurt gelirse öldürmek için eline yayını, okunu alır, bekler durur.
-
گر تو آن خدمت کنی جا آن تست ** ورنه جای دیگری فرمای جست 630
- Sen de o zahmeti çekebilirsen ne âlâ, orası senin olsun. Fakat bu işi başaramazsan kendine başka bir yer ara” deyince,
-
گفت صد خدمت کنم تو جای ده ** آن کمان و تیر در کفم بنه
- Şehirli dedi ki: “Sana yüzlerce hizmette bulunayım, sen tek yer ver. O yayı, oku da ver elime.
-
من نخسپم حارسی رز کنم ** گر بر آرد گرگ سر تیرش زنم
- Ben uyumam, üzümleri beklerim. Kurt gelirse tam kellesinden vururum.
-
بهر حق مگذارم امشب ای دودل ** آب باران بر سر و در زیر گل
- İkiyüzlü münafık. Allah için olsun sen beni gece vakti yağmur altında, çamur üstünde bırakma da!”
-
گوشهای خالی شد و او با عیال ** رفت آنجا جای تنگ و بی مجال
- O bucak boşaltılınca şehirli, çoluk, çocuğuyla beraber o daracık, o dönüp kımıldamağa bile imkânsız yere gitti.
-
چون ملخ بر همدگر گشته سوار ** از نهیب سیل اندر کنج غار 635
- Selden, mağara bucağına sığınmış çekirgeler gibi âdeta birbirlerinin üstüne binmişlerdi.