- 
		    نه رهی ببریده او نه پای راه  ** نه تبش آن قحبه را نه سوز و آه 
 
		    - Ne bir yol varmış, ne yola gidecek ayağı kalmış. O kahpenin ne bir yanıklığı var, ne bir ah ve feryadı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  قصهی درویشی کی از آن خانه هرچه میخواست میگفت نیست 
 
		  - Bir yoksul,evin birinden ne istediyse “yok” cevabını aldı.
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   سایلی آمد به سوی خانهای  ** خشک نانه خواست یا تر نانهای    1250
 
		    - Evin birine bir yoksul geldi. Kuru ekmek, yahut taze nane istedi.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت صاحبخانه نان اینجا کجاست  ** خیرهای کی این دکان نانباست 
 
		    - Ev sahibi, burada ekmek ne arar? Burası ekmekçi dükkânı mı, aptal mısın sen dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت باری اندکی پیهم بیاب  ** گفت آخر نیست دکان قصاب 
 
		    - Dilenci bâri biraz yağ ver deyince dedi ki: Burası kasap dükkânı değil ki.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت پارهی آرد ده ای کدخدا  ** گفت پنداری که هست این آسیا 
 
		    - A ev sahibi, birazcık un ver bari deyince de, yine ev sahibi, burasını değirmen mi sandın dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت باری آب ده از مکرعه  ** گفت آخر نیست جو یا مشرعه 
 
		    - Dilenci her şeyden vazgeçtik, bir çanak su olsun ver dedi. Ev sahibi cevap verdi: Burası ırmak, yahut çeşme değil.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   هر چه او درخواست از نان یا سبوس  ** چربکی میگفت و میکردش فسوس    1255
 
		    - Hâsılı ekmekten kepeğe kadar ne istediyse ev sahibi kendisiyle alay etti, acıklandı, yok dedi.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن گدا در رفت و دامن بر کشید  ** اندر آن خانه بحسبت خواست رید 
 
		    - Yoksul içeri girip eteklerini kaldırdı evin içinde aptes bozmaya niyetlendi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت هی هی گفت تن زن ای دژم  ** تا درین ویرانه خود فارغ کنم 
 
		    - Ev sahibi; hey çirkin herif ne yapıyorsun, deyince dedi ki: Böyle yıkık yere bâri aptes bozayım da ferahlayayım.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون درینجا نیست وجه زیستن  ** بر چنین خانه بباید ریستن 
 
		    - Burada yaşamanın madem ki imkânı yok, böyle eve ancak aptes bozulur.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون نهای بازی که گیری تو شکار  ** دست آموز شکار شهریار 
 
		    - Padişah kolunda beslenmedin, avlanmayı bellemedin; zaten doğan değilsin ki av tutasın.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   نیستی طاوس با صد نقش بند  ** که به نقشت چشمها روشن کنند    1260
 
		    - Tavus kuşu da değilsin ki yüzlerce nakışlarla bezenesin de gözleri neşelendiresin.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هم نهای طوطی که چون قندت دهند  ** گوش سوی گفت شیرینت نهند 
 
		    - Dudu değilsin ki sana şeker versinler, tatlı sözlerini dinlesinler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هم نهای بلبل که عاشقوار زار  ** خوش بنالی در چمن یا لالهزار 
 
		    - Bülbül değilsin, âşıkçasına ağlayıp inleyesin, çayırlıkta, çimenlikte yahut lâle bahçelerinde güzel güzel çileyesin.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هم نهای هدهد که پیکیها کنی  ** نه چو لکلک که وطن بالا کنی 
 
		    - Hüthüt değilsin ki çavuşluk edesin. Leylek değilsin ki yücelerde yurt tutasın.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در چه کاری تو و بهر چت خرند  ** تو چه مرغی و ترا با چه خورند 
 
		    - Ne iştesin sen? Seni ne diye satın alsınlar? Ne kuşusun sen? Seni ne diye yesinler?
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   زین دکان با مکاسان برتر آ  ** تا دکان فضل که الله اشتری    1265
 
		    - Bu değer bilmezlerin dükkânından vazgeç, yücel “Allah satın alır” ihsanının dükkânına gel!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کالهای که هیچ خلقش ننگرید  ** از خلاقت آن کریم آن را خرید 
 
		    - Köhneliğinden kimsenin almadığı o kumaşı o kerem sahibi alır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هیچ قلبی پیش او مردود نیست  ** زانک قصدش از خریدن سود نیست 
 
		    - Onun yanında hiçbir kalp red edilmez; çünkü alış verişten kâr beklemez ki.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  رجوع به داستان آن کمپیر 
 
		  - Kocakarının hikâyesi
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون عروسی خواست رفتن آن خریف  ** موی ابرو پاک کرد آن مستخیف 
 
		    - O bunak sokağa bir gelin gibi çıkmak istedi; o azgın karı, kaşlarını yoldu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    پیش رو آیینه بگرفت آن عجوز  ** تا بیاراید رخ و رخسار و پوز 
 
		    - Yanağını, yüzünü, ağzını güzelleştirip süslenmek için aynanın önüne oturdu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   چند گلگونه بمالید از بطر  ** سفرهی رویش نشد پوشیدهتر    1270
 
		    - 1270.Yüzüne neşeyle birkaç kere allık sürdü; fakat pörsümüş suratını bir türlü boya tutmadı.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عشرهای مصحف از جا میبرید  ** میبچفسانید بر رو آن پلید 
 
		    - Kuran’ın aşır başlarındaki tezhipleri kesti, pis mundar suratına yapıştırdı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تا که سفرهی روی او پنهان شود  ** تا نگین حلقهی خوبان شود 
 
		    - Bu suretle yüzünün buruşuklarını örtmek, güzeller halkasına yüzük taşı olmak istiyordu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عشرها بر روی هر جا مینهاد  ** چونک بر میبست چادر میفتاد 
 
		    - O tezhipli yerleri yapıştırdıkça yapıştırıyor, fakat çarşafını giydi mi hepsi yere düşüyordu.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باز او آن عشرها را با خدو  ** میبچفسانید بر اطراف رو 
 
		    - Yine onları alıp tükürüklüyor, yüzüne yapıştırıyor,
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   باز چادر راست کردی آن تکین  ** عشرها افتادی از رو بر زمین    1275
 
		    - Fakat yine çarşafına büründü mü hepsi, yere dökülüyordu.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون بسی میکرد فن و آن میفتاد  ** گفت صد لعنت بر آن ابلیس باد 
 
		    - Bir hayli çalıştı, çabaladı. Nihayet şeytana yüzlerce lânet dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شد مصور آن زمان ابلیس زود  ** گفت ای قحبهی قدید بیورود 
 
		    - Bu sözü der demez İblis göründü de dedi ki: A kademsiz kadit olmuş, kurumuş, kokmuş kahpe!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    من همه عمر این نیندیشیدهام  ** نه ز جز تو قحبهای این دیدهام 
 
		    - Ben bütün ömrümde bunu düşünmediğim gibi senden başka da bu işi yapan kahpe görmedim.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تخم نادر در فضیحت کاشتی  ** در جهان تو مصحفی نگذاشتی 
 
		    - Kötülükte acayip bir tohum ektin, âlemde musaf bırakmadın.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   صد بلیسی تو خمیس اندر خمیس  ** ترک من گوی ای عجوزهی دردبیس    1280
 
		    - Sen şeytan ordusunda yüz tane şeytan ordususun. A pis kocakarı, bırak beni!
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چند دزدی عشر از علم کتاب  ** تا شود رویت ملون همچو سیب 
 
		    - Yüzün elma gibi kızarsın diye kitap bilgisinden nice aşirler çaldın.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چند دزدی حرف مردان خدا  ** تا فروشی و ستانی مرحبا 
 
		    - Satmak ve onlarla kendine şeref ve mevki satın almak için Allah erlerinin nice sözlerini aşırdın.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    رنگ بر بسته ترا گلگون نکرد  ** شاخ بر بسته فن عرجون نکرد 
 
		    - Fakat eğreti renk senin yüzünü kızartmadı. Hurma ağacına bağlanan dal, hurma vazifesini görmedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عاقبت چون چادر مرگت رسد  ** از رخت این عشرها اندر فتد 
 
		    - Sonunda ölüm çarşafı gelip seni bürüdü mü bütün bu ziynetler, yanağından düştü.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   چونک آید خیزخیزان رحیل  ** گم شود زان پس فنون قال و قیل    1285
 
		    - O göç zamanının “Hadi... kalk, kalk” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur gider.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عالم خاموشی آید پیش بیست  ** وای آنک در درون انسیش نیست 
 
		    - Sükût âlemi gelir çatar. Bari sen, o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    صیقلی کن یک دو روزی سینه را  ** دفتر خود ساز آن آیینه را 
 
		    - Gönlünü bir iki günceğiz cilâla da o aynayı kendine defter edin.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    که ز سایهی یوسف صاحبقران  ** شد زلیخای عجوز از سر جوان 
 
		    - Sahip kıran Yusuf’un sayesinde Züleyha yeni baştan gençleşti.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    میشود مبدل به خورشید تموز  ** آن مزاح بارد برد العجوز 
 
		    - Kocakarı soğuğunun o soğukluğu, temmuz güneşiyle değişiverir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   میشود مبدل بسوز مریمی  ** شاخ لب خشکی به نخلی خرمی    1290
 
		    - Meryem’in sızıldanışıyla kurumuş hurma dalı yeşerir, hurma verir.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ای عجوزه چند کوشی با قضا  ** نقد جو اکنون رها کن ما مضی 
 
		    - A kocakarı, kaza ve kaderle niceye bir savaşıp duracaksın, geçmişi bırak da eldekini ara.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون رخت را نیست در خوبی امید  ** خواه گلگونه نه و خواهی مداد 
 
		    - Mademki yüzünün güzelleşmesine imkân yok; ister allık sür, ister kara mürekkep!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  حکایت آن رنجور کی طبیب درو اومید صحت ندید 
 
		  - Hekimin iyileşmesinden ümit kestiği hasta
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن یکی رنجور شد سوی طبیب  ** گفت نبضم را فرو بین ای لبیب 
 
		    - Birisi hastalandı. Hekime gidip dedi ki: Nabzımı ele al da,
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    که ز نبض آگه شوی بر حال دل  ** که رگ دستست با دل متصل 
 
		    - İçimdeki derdi anla. Çünkü nabızdaki damar, kalbe ulaşır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   چونک دل غیبست خواهی زو مثال  ** زو بجو که با دلستش اتصال    1295
 
		    - Kalp görünmez, kayıptır. Onun hali, nabızdan anlaşılır, çünkü nabızla ilişiği vardır.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باد پنهانست از چشم ای امین  ** در غبار و جنبش برگش ببین 
 
		    - Ey emin kişi, yel de gizlidir; kopardığı tozdan, uçurduğu yapraklardan anlaşılır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کز یمینست او وزان یا از شمال  ** جنبش برگت بگوید وصف حال 
 
		    - Sağdan mı esiyor, soldan mı? Onu sana yaprakların hareketi söyler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    مستی دل را نمیدانی که کو  ** وصف او از نرگس مخمور جو 
 
		    - Gönül sarhoşluğu nerededir? Görmezsin. Onu nergise benzeyen mahmur gözlerde ara.