- Elçi oraya gelip uzakta durdu. Ömer’i görünce titremeye başladı. 1415
- آمد او آن جا و از دور ایستاد ** مر عمر را دید و در لرز اوفتاد
- O uyuyandan elçiye bir heybet, gönlüne hoş bir hal geldi.
- هیبتی ز آن خفته آمد بر رسول ** حالتی خوش کرد بر جانش نزول
- Muhabbet ve heybet birbirinin zıttı iken gönlünde bu iki zıttın birleştiğini gördü.
- مهر و هیبت هست ضد همدگر ** این دو ضد را دید جمع اندر جگر
- Kendi kendine “Ben nice Padişahlar gördüm; büyük sultanların makbulü oldum.
- گفت با خود من شهان را دیدهام ** پیش سلطانان مه و بگزیدهام
- Onlardan korkmaz, ürkmezdim. Bu adamın heybeti aklımı başımdan aldı.
- از شهانم هیبت و ترسی نبود ** هیبت این مرد هوشم را ربود
- Aslanlar, kaplanlar bulunan ormanlara daldım, yüzümün rengi bile kaçmadı. 1420
- رفتهام در بیشهی شیر و پلنگ ** روی من ز یشان نگردانید رنگ
- Birçok savaşlarda bulundum; savaş başlayınca
- بس شدهستم در مصاف و کارزار ** همچو شیر آن دم که باشد کار زار
- Bir hayli ağır yaralar aldım, düşmanları ağır bir surette yaraladım. Bütün bu ahvalde kalbim, diğerlerinden daha kuvvetli idi.
- بس که خوردم بس زدم زخم گران ** دل قوی تر بودهام از دیگران
- Bu adam silâhsız, kuru yerde yatıyor; benim yedi âzam tir tir titremekte; bu ne?
- بیسلاح این مرد خفته بر زمین ** من به هفت اندام لرزان چیست این
- Bu heybet Hak’tan halktan değil; bu heybet, şu abalı adamdan gelmiyor” dedi.
- هیبت حق است این از خلق نیست ** هیبت این مرد صاحب دلق نیست