- Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü.
- چون که تا اقصای هندوستان رسید ** در بیابان طوطی چندی بدید
- Atını durdurup seslendi, dudunun selâmını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi.
- مرکب استانید پس آواز داد ** آن سلام و آن امانت باز داد
- O dudulardan birisi, bir hayli titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi.
- طوطیی ز آن طوطیان لرزید بس ** اوفتاد و مرد و بگسستش نفس
- Tâcir, bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım, 1590
- شد پشیمان خواجه از گفت خبر ** گفت رفتم در هلاک جانور
- Bu dudu, olsa olsa o duducağızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir.
- این مگر خویش است با آن طوطیک ** این مگر دو جسم بود و روح یک
- Bu işi neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım.”
- این چرا کردم چرا دادم پیام ** سوختم بیچاره را زین گفت خام
- Bu dil, çakmak taşıyla çakmak demiri gibidir. Dilden çıkan da ateşe benzer.
- این زبان چون سنگ و هم آهنوش است ** و آن چه بجهد از زبان چون آتش است
- Manasız yere gâh hikâye yoluyla, gâh laf olsun diye çakmak taşıyla demirini birbirine vurma!
- سنگ و آهن را مزن بر هم گزاف ** گه ز روی نقل و گاه از روی لاف
- Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk dolu. Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur? 1595
- ز آن که تاریک است و هر سو پنبه زار ** در میان پنبه چون باشد شرار
- Zalim onlardır ki gözlerini kapamışlar, söyledikleri sözlerle bütün âlemi yakmışlardır.
- ظالم آن قومی که چشمان دوختند ** ز آن سخنها عالمی را سوختند