- Esirci, esiri satarken ayıp örten elbiseyi soyar.
- وقت عرضه کردن آن برده فروش ** بر کند از بنده جامهی عیب پوش
- Esirin bir kusuru olursa hiç onu soyar mı? Soyması şöyle dursun, bir hile ile ne yapıp yapar, onu elbiseyle gösterir.
- ور بود عیبی برهنه کی کند ** بل به جامه خدعهای با وی کند
- “Bu; iyiden, kötüden, olur olmaz şeyden utanır. Soyarsam utanıp senden ürker” der.
- گوید این شرمنده است از نیک و بد ** از برهنه کردن او از تو رمد
- Zengin, kulağına kadar ayıp içine dalmıştır: fakat malı vardır ve mal ayıbını örter.
- خواجه در عیب است غرقه تا به گوش ** خواجه را مال است و مالش عیب پوش
- Tamahkâr tamahı yüzünden zengin ayıbını görmez. Tamahkâr bütün gönülleri kaplar. 2350
- کز طمع عیبش نبیند طامعی ** گشت دلها را طمعها جامعی
- Yoksul, halis altın gibi sevilse yine kumaşı, dükkâna yol bulmaz, sözünü kimse dinlemez.
- ور گدا گوید سخن چون زر کان ** ره نیابد کالهی او در دکان
- Yoksulluk, senin anlayacağın şey değildir; yoksulluğa hor bakma;
- کار درویشی ورای فهم تست ** سوی درویشی بمنگر سست سست
- Çünkü yoksulların, mülkten, maldan öte ululuk sahibi Tanrı’dan pek büyük bir rızıkları vardır.
- ز آن که درویشان ورای ملک و مال ** روزیی دارند ژرف از ذو الجلال
- Ulu Tanrı âdildir; âdiller, nasıl olur da çaresiz biçarelere zulmederler?
- حق تعالی عادل است و عادلان ** کی کنند استمگری بر بیدلان
- Birisine nimet, mal, matrah verip öbürünü yansın diye ateşe atarlar mı? 2355
- آن یکی را نعمت و کالا دهند ** وین دگر را بر سر آتش نهند