- Tanrı, ona ezelden ebede kadar ne varsa ve ne olacaksa, önceden ve “Allemelesmâ” sından ders verdi, öğretti.
- تا ابد هر چه بود او پیش پیش ** درس کرد از علم الاسماء خویش
- Bu suretle melekler, onun ders vermesine hayran oldular, kendilerinden geçtiler. Onun takdisiyle başka bir mukaddesliğe eriştiler. 2650
- تا ملک بیخود شد از تدریس او ** قدس دیگر یافت از تقدیس او
- Âdem’in yüzünden nail oldukları fütuhata, göklerde bile erişememişlerdir.
- آن گشادیشان کز آدم رو نمود ** در گشاد آسمانهاشان نبود
- Âdem’in o pak ruhunun fezasına nispetle yedi gök sahası bile dardı.
- در فراخی عرصهی آن پاک جان ** تنگ آمد عرصهی هفت آسمان
- Peygamber dedi ki “Tanrı; 'Ben yücelere, aşağılara sığmam.
- گفت پیغمبر که حق فرموده است ** من نگنجم هیچ در بالا و پست
- Yere, göğe, hatta arşa sığmam' buyurdu." Bunu, ey aziz, yakînen bil.
- در زمین و آسمان و عرش نیز ** من نگنجم این یقین دان ای عزیز
- Fakat şaşılacak şeydir ki inanan kişinin kalbine sığarım. Beni ararsan inanan gönüllerde ara buyurdu” dedi. 2655
- در دل مومن بگنجم ای عجب ** گر مرا جویی در آن دلها طلب
- Tanrı dedi ki: “Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin.”
- گفت ادخل فی عبادی تلتقی ** جنة من رؤیتی یا متقی
- Arş, bile o nuriyle, o genişliğiyle beraber Âdem’ görünce yerinden kalktı.
- عرش با آن نور با پهنای خویش ** چون بدید آن را برفت از جای خویش
- Arşın sonsuz bir büyüklüğü var, fakat mânaya karşı suret nedir ki?
- خود بزرگی عرش باشد بس مدید ** لیک صورت کیست چون معنی رسید