- Hizmet ve ibadet tohumunu yere ekiyorduk. Yere olan bu meylimize, bu alâkamıza da şaşmaktaydık. 2660
- تخم خدمت بر زمین میکاشتیم ** ز آن تعلق ما عجب میداشتیم
- Gökten yaratıldığımız halde yeryüzüne bu alâkamız nedir?
- کاین تعلق چیست با این خاکمان ** چون سرشت ما بده ست از آسمان
- Biz nurlarız, karanlıklarla ülfetimiz neden? Nur zulmetlerle yaşayabilir mi?
- الف ما انوار با ظلمات چیست ** چون تواند نور با ظلمات زیست
- Ey Âdem! O ülfet, senin kokundanmış. Çünkü cisminin nesci yeryüzü.
- آدما آن الف از بوی تو بود ** ز آن که جسمت را زمین بد تار و پود
- Topraktan olan cismini yeryüzünde dokudular; pak nurunu burada buldular.
- جسم خاکت را از اینجا بافتند ** نور پاکت را در اینجا یافتند
- Şimdi canımızın ruhundan bulduğu ülfet, bundan önce cisminin yoğrulduğu topraktan parlıyordu. 2665
- این که جان ما ز روحت یافته ست ** پیش پیش از خاک آن میتافته ست
- Yeryüzündeydik ama yerden gafildik, orada gömülü olan defineden haberimiz yoktu.
- در زمین بودیم و غافل از زمین ** غافل از گنجی که در وی بد دفین
- Tanrı da bize oradan göklere sefer etmeyi emredince, bu yurt değiştirme, acı geldi.
- چون سفر فرمود ما را ز آن مقام ** تلخ شد ما را از آن تحویل کام
- O yüzden Tanrı’ya deliller getirerek “Ey Tanrı! Bizim yerimize kim gelecek?
- تا که حجتها همیگفتیم ما ** که بجای ما کی آید ای خدا
- Bu tesbih ve tehlinin nurunu, dedikoduya satıyorsun” dedik.
- نور این تسبیح و این تهلیل را ** میفروشی بهر قال و قیل را