- İstersen dünyada zamanın allâmesi ol, hele şimdicik dünyanın yokluğunu da gör, zamanın yokluğunu da!” dedi. 2845
- گر تو علامهی زمانی در جهان ** نک فنای این جهان بین وین زمان
- Nahivciyi, size yok olma nahvini öğretmek için hikâye arasında hikâye ettik.
- مرد نحوی را از آن در دوختیم ** تا شما را نحو محو آموختیم
- Fıkhı bilmeyi de yok olmada bulursun, nahvi tahsil etmeyi de, sarftaki değişiklikleri de, ey yüce sevgilim!
- فقه فقه و نحو نحو و صرف صرف ** در کم آمد یابی ای یار شگرف
- O su testisi bizim bilgilerimizdi; halife de Tanrı bilgisinin Diclesi.
- آن سبوی آب دانشهای ماست ** و آن خلیفه دجلهی علم خداست
- Biz dolu testileri Dicle’ye götürüyoruz. Böyle olduğu halde eşek olduğumuzu bilmezsek hakikaten eşeğiz!
- ما سبوها پر به دجله میبریم ** گر نه خر دانیم خود را ما خریم
- O Arap, bari o hususta ma’zurdu. Çünkü Dicle’yi bilmiyordu, çok uzaktaydı. 2850
- باری اعرابی بدان معذور بود ** کو ز دجله بیخبر بود و ز رود
- Bizim gibi Dicle’den haberi olsaydı o testiyi alıp konaktan konağa kona göçe götürmezdi.
- گر ز دجله با خبر بودی چو ما ** او نبردی آن سبو را جا به جا
- Hattâ Dicle’yi bilseydi o testiyi kırar, bu işten tamamı ile vazgeçerdi.
- بلکه از دجله چو واقف آمدی ** آن سبو را بر سر سنگی زدی
- Halifenin suya hiçbir ihtiyacı yokken o armağanı kabul edip testiyi altınla doldurması, Arabın sevinmesi
- قبول کردن خلیفه هدیه را و عطا فرمودن با کمال بینیازی از آن هدیه و از آن سبو
- Halife, bunu görüp bedevinin ahvalini duyunca o testiyi altınla doldurdu, daha fazla da ihsanda bulunup.
- چون خلیفه دید و احوالش شنید ** آن سبو را پر ز زر کرد و مزید
- Hediyeler, hususi hil’atler verdi, bedeviyi yoksulluktan kurtardı.
- آن عرب را کرد از فاقه خلاص ** داد بخششها و خلعتهای خاص