- Biz dolu testileri Dicle’ye götürüyoruz. Böyle olduğu halde eşek olduğumuzu bilmezsek hakikaten eşeğiz!
- ما سبوها پر به دجله میبریم ** گر نه خر دانیم خود را ما خریم
- O Arap, bari o hususta ma’zurdu. Çünkü Dicle’yi bilmiyordu, çok uzaktaydı. 2850
- باری اعرابی بدان معذور بود ** کو ز دجله بیخبر بود و ز رود
- Bizim gibi Dicle’den haberi olsaydı o testiyi alıp konaktan konağa kona göçe götürmezdi.
- گر ز دجله با خبر بودی چو ما ** او نبردی آن سبو را جا به جا
- Hattâ Dicle’yi bilseydi o testiyi kırar, bu işten tamamı ile vazgeçerdi.
- بلکه از دجله چو واقف آمدی ** آن سبو را بر سر سنگی زدی
- Halifenin suya hiçbir ihtiyacı yokken o armağanı kabul edip testiyi altınla doldurması, Arabın sevinmesi
- قبول کردن خلیفه هدیه را و عطا فرمودن با کمال بینیازی از آن هدیه و از آن سبو
- Halife, bunu görüp bedevinin ahvalini duyunca o testiyi altınla doldurdu, daha fazla da ihsanda bulunup.
- چون خلیفه دید و احوالش شنید ** آن سبو را پر ز زر کرد و مزید
- Hediyeler, hususi hil’atler verdi, bedeviyi yoksulluktan kurtardı.
- آن عرب را کرد از فاقه خلاص ** داد بخششها و خلعتهای خاص
- “Bu altın dolu testiyi ona ver. Dönerken de onu Dicle yoluyla götür. 2855
- کاین سبو پر زر به دست او دهید ** چون که واگردد سوی دجلهش برید
- Çöl yolundan buraya gelmiş. Halbuki Dicle yolu, yurduna daha yakındır” dedi.
- از ره خشک آمده ست و از سفر ** از ره آبش بود نزدیکتر
- Bedevi, gemiye binip Dicle’yi görünce utancından iki büklüm olmaya, yere kapanmaya başladı.
- چون به کشتی درنشست و دجله دید ** سجده میکرد از حیا و میخمید
- “Bu ihsan sahibi cömert padişahın lûtfuna şaştım. Daha ziyade şaşılacak şey de şu ki, o suyu aldı.
- کای عجب لطف این شه وهاب را ** وین عجبتر کو ستد آن آب را