English    Türkçe    فارسی   

1
2850-2859

  • O Arap, bari o hususta ma’zurdu. Çünkü Dicle’yi bilmiyordu, çok uzaktaydı. 2850
  • باری اعرابی بدان معذور بود ** کو ز دجله بی‌‌خبر بود و ز رود
  • Bizim gibi Dicle’den haberi olsaydı o testiyi alıp konaktan konağa kona göçe götürmezdi.
  • گر ز دجله با خبر بودی چو ما ** او نبردی آن سبو را جا به جا
  • Hattâ Dicle’yi bilseydi o testiyi kırar, bu işten tamamı ile vazgeçerdi.
  • بلکه از دجله چو واقف آمدی ** آن سبو را بر سر سنگی زدی‌‌
  • Halifenin suya hiçbir ihtiyacı yokken o armağanı kabul edip testiyi altınla doldurması, Arabın sevinmesi
  • قبول کردن خلیفه هدیه را و عطا فرمودن با کمال بی‌‌نیازی از آن هدیه و از آن سبو
  • Halife, bunu görüp bedevinin ahvalini duyunca o testiyi altınla doldurdu, daha fazla da ihsanda bulunup.
  • چون خلیفه دید و احوالش شنید ** آن سبو را پر ز زر کرد و مزید
  • Hediyeler, hususi hil’atler verdi, bedeviyi yoksulluktan kurtardı.
  • آن عرب را کرد از فاقه خلاص ** داد بخششها و خلعتهای خاص‌‌
  • “Bu altın dolu testiyi ona ver. Dönerken de onu Dicle yoluyla götür. 2855
  • کاین سبو پر زر به دست او دهید ** چون که واگردد سوی دجله‌‌ش برید
  • Çöl yolundan buraya gelmiş. Halbuki Dicle yolu, yurduna daha yakındır” dedi.
  • از ره خشک آمده ست و از سفر ** از ره آبش بود نزدیکتر
  • Bedevi, gemiye binip Dicle’yi görünce utancından iki büklüm olmaya, yere kapanmaya başladı.
  • چون به کشتی درنشست و دجله دید ** سجده می‌‌کرد از حیا و می‌‌خمید
  • “Bu ihsan sahibi cömert padişahın lûtfuna şaştım. Daha ziyade şaşılacak şey de şu ki, o suyu aldı.
  • کای عجب لطف این شه وهاب را ** وین عجبتر کو ستد آن آب را
  • O cömertlik denizi öyle hor ve kalp armağanı nasıl oldu da kabul etti?” diyordu.
  • چون پذیرفت از من آن دریای جود ** آن چنان نقد دغل را زود زود