- Osman’dan önce bir kâtip vardı. Vahyi yazmağa gayret ederdi.
- پیش از عثمان یکی نساخ بود ** کاو به نسخ وحی جدی مینمود
- Peygamber, kendisine vahyedilen âyetleri söyledi mi o, hemen kâğıda yazardı.
- چون نبی از وحی فرمودی سبق ** او همان را وانبشتی بر ورق
- Vahyin ışığı, kâtibe vurunca, gönlüne bazı hikmetler doğardı. 3230
- پرتو آن وحی بر وی تافتی ** او درون خویش حکمت یافتی
- Peygamber de onun içine doğanları aynen söylerdi. O herzevekil, bu kadarcık bir şeyden azdı. Yoldan çıkıp.
- عین آن حکمت بفرمودی رسول ** زین قدر گمراه شد آن بو الفضول
- ”Tanrıdan nur alan Peygamber, ne söylüyorsa o söylediği şey, benim gönlümde, o hakikat benim de gönlüme doğmakta” dedi.
- کانچه میگوید رسول مستنیر ** مر مرا هست آن حقیقت در ضمیر
- Düşüncesinin ışığı, Peygambere vurdu, kâtibin canına Tanrı’nın kahrı gelip çattı.
- پرتو اندیشهاش زد بر رسول ** قهر حق آورد بر جانش نزول
- Hem kâtiplikten çıktı, hem dinden. Kinlenip Mustafa’ya ve dine düşman oldu.
- هم ز نساخی بر آمد هم ز دین ** شد عدوی مصطفی و دین به کین
- Mustafa “ Ey inatçı kâfir! Nur, sendense niçin şimdi kapkara kesildin? 3235
- مصطفی فرمود کای گبر عنود ** چون سیه گشتی اگر نور از تو بود
- Eğer Tanrı ırmağının kaynağı olsaydın böyle bir kara suyun bendini açmaz, akıtmazdın” dedi.
- گر تو ینبوع الهی بودیی ** این چنین آب سیه نگشودیی
- Şunun, bunun yanında namusum bir paralık olmasın düşüncesi, ağzını bağladı.
- تا که ناموسش به پیش این و آن ** نشکند بر بست این او را دهان