- Şunun, bunun yanında namusum bir paralık olmasın düşüncesi, ağzını bağladı.
- تا که ناموسش به پیش این و آن ** نشکند بر بست این او را دهان
- Bu yüzden içten yanıp yakılıyordu. Fakat şaşılacak şey şurası ki tövbe de edemiyordu.
- اندرون میسوختش هم زین سبب ** توبه کردن مینیارست این عجب
- Ah ediyordu, fakat ah etmesi faydasız. Kılıç gelmiş, kelleyi uçurmuştu.
- آه میکرد و نبودش آه سود ** چون در آمد تیغ و سر را در ربود
- Tanrı, namusu, ar ve hayayı yüz batman ağırlığında bir demir yapmıştır. Nice kişiler, görünmez bağlarla bağlanıp kalmıştır! 3240
- کرده حق ناموس را صد من حدید ** ای بسا بسته به بند ناپدید
- Kibir ve kâfirlik, o yolu, o kadar bağlamıştır ki kibir ve küfür sahibi, açıkça ah edemez bile!
- کبر و کفر آن سان ببست آن راه را ** که نیارد کرد ظاهر آه را
- Tanrı “Onların boyunlarına zincirler vurduk, başlarını yukarı kaldırmışlardır, indiremezler “ dedi. Bu zincirler, bizden dışarıda değil.
- گفت اغلالا فهم به مقمحون ** نیست آن اغلال بر ما از برون
- “Önlerine, artlarına mânialar koyduk, gözlerini perdeleyip örttük” buyurdu. Fakat bu hale uğrayan, önündeki, ardındaki mâniaya görmez.
- خلفهم سدا فأغشیناهم ** مینبیند بند را پیش و پس او
- O dikilen mânianın çetinliği görünmez. Çünkü o kişi, kaza ve kaderin tesiriyle kurulduğunu bilmez.
- رنگ صحرا دارد آن سدی که خاست ** او نمیداند که آن سد قضاست
- Senin sevgilin, asıl sevgilinin yüzünü örtmekte...mürşidin, asıl mürşidin, sözünü dinlemene mâni olmaktadır. 3245
- شاهد تو سد روی شاهد است ** مرشد تو سد گفت مرشد است
- Nice kâfirler vardır ki din sevdasındadırlar. Fakat namus, kibir, şu bu; onların mâniaları, halleridir.
- ای بسا کفار را سودای دین ** بندشان ناموس و کبر آن و این