English    Türkçe    فارسی   

1
3237-3246

  • Şunun, bunun yanında namusum bir paralık olmasın düşüncesi, ağzını bağladı.
  • تا که ناموسش به پیش این و آن ** نشکند بر بست این او را دهان‌‌
  • Bu yüzden içten yanıp yakılıyordu. Fakat şaşılacak şey şurası ki tövbe de edemiyordu.
  • اندرون می‌‌سوختش هم زین سبب ** توبه کردن می‌‌نیارست این عجب‌‌
  • Ah ediyordu, fakat ah etmesi faydasız. Kılıç gelmiş, kelleyi uçurmuştu.
  • آه می‌‌کرد و نبودش آه سود ** چون در آمد تیغ و سر را در ربود
  • Tanrı, namusu, ar ve hayayı yüz batman ağırlığında bir demir yapmıştır. Nice kişiler, görünmez bağlarla bağlanıp kalmıştır! 3240
  • کرده حق ناموس را صد من حدید ** ای بسا بسته به بند ناپدید
  • Kibir ve kâfirlik, o yolu, o kadar bağlamıştır ki kibir ve küfür sahibi, açıkça ah edemez bile!
  • کبر و کفر آن سان ببست آن راه را ** که نیارد کرد ظاهر آه را
  • Tanrı “Onların boyunlarına zincirler vurduk, başlarını yukarı kaldırmışlardır, indiremezler “ dedi. Bu zincirler, bizden dışarıda değil.
  • گفت اغلالا فهم به مقمحون ** نیست آن اغلال بر ما از برون‌‌
  • “Önlerine, artlarına mânialar koyduk, gözlerini perdeleyip örttük” buyurdu. Fakat bu hale uğrayan, önündeki, ardındaki mâniaya görmez.
  • خلفهم سدا فأغشیناهم ** می‌‌نبیند بند را پیش و پس او
  • O dikilen mânianın çetinliği görünmez. Çünkü o kişi, kaza ve kaderin tesiriyle kurulduğunu bilmez.
  • رنگ صحرا دارد آن سدی که خاست ** او نمی‌‌داند که آن سد قضاست‌‌
  • Senin sevgilin, asıl sevgilinin yüzünü örtmekte...mürşidin, asıl mürşidin, sözünü dinlemene mâni olmaktadır. 3245
  • شاهد تو سد روی شاهد است ** مرشد تو سد گفت مرشد است‌‌
  • Nice kâfirler vardır ki din sevdasındadırlar. Fakat namus, kibir, şu bu; onların mâniaları, halleridir.
  • ای بسا کفار را سودای دین ** بندشان ناموس و کبر آن و این‌‌