- Padişah kapıdan içeri girip odadaki resimleri gördü. Hepsi akıldan, idrakten dışarı, fevkalâde güzel şeylerdi.
- شه در آمد دید آن جا نقشها ** میربود آن عقل را و فهم را
- Ondan sonra Rum ressamlarının odasına gitti. Bir Rum ressamı, karşı odayı görmeye mâni olan perdeyi kaldırdı. 3480
- بعد از آن آمد به سوی رومیان ** پرده را بالا کشیدند از میان
- Öbür odada Çin ressamlarının yapmış oldukları resimlerle nakışlar, bu odanın cilâlanmış duvarına vurdu.
- عکس آن تصویر و آن کردارها ** زد بر این صافی شده دیوارها
- Orada ne varsa burada daha iyi göründü; resimlerin aksi, âdeta göz alıyordu.
- هر چه آن جا دید اینجا به نمود ** دیده را از دیده خانه میربود
- Oğul Rum ressamları sofilerdir. Onların; ezberlenecek dersleri kitapları yoktur.
- رومیان آن صوفیانند ای پدر ** بیز تکرار و کتاب و بیهنر
- Ama gönüllerini adamakıllı cilâlamışlar, istekten, hırstan, hasislikten ve kinlerden arınmışlardır.
- لیک صیقل کردهاند آن سینهها ** پاک از آز و حرص و بخل و کینهها
- O aynanın sâflığı, berraklığı gönlün vasfıdır. Gönle hadsiz hesapsız suretler aksedebilir. 3485
- آن صفای آینه وصف دل است ** کاو نقوش بیعدد را قابل است
- Gaybın suretsiz ve hudutsuz sureti, Musa’nın gönül aynası da parlamış, koynuna sokup çıkardığı elde görünmüştür.
- صورت بیصورت بیحد غیب ** ز آینهی دل تافت بر موسی ز جیب
- O suret göğe, arşa, ferşe, denizlere, ta en yüce gökten, denizin dibindeki balığa kadar hiçbir şeye sığmaz.
- گر چه آن صورت نگنجد در فلک ** نه به عرش و فرش و دریا و سمک
- Çünkü bütün bunların hududu, sayısı vardır. Halbuki gönül aynasının hududu yoktur.
- ز آن که محدود است و معدود است آن ** آینهی دل را نباشد حد بدان