- Gönül mademki ululukta sen de bir Süleyman’sın... Parmağındaki saltanat yüzüğüyle perilere, şeytanlara hükmet!
- چون سلیمانی دلا در مهتری ** بر پری و دیو زن انگشتری
- Bu saltanatta hileye sapmazsan o üç şeytan, senin parmağından yüzüğü alamaz.
- گر در این ملکت بری باشی ز ریو ** خاتم از دست تو نستاند سه دیو
- Gayri adın, sanın, bütün dünyayı tutar. Cismin gibi iki cihan senin hükmüne uyar. 3580
- بعد از آن عالم بگیرد اسم تو ** دو جهان محکوم تو چون جسم تو
- Fakat şeytan elindeki yüzüğü alırsa padişahlık bitti, bahtın öldü demektir.
- ور ز دستت دیو خاتم را ببرد ** پادشاهی فوت شد بختت بمرد
- Tanrı kulları, eğer iş böyle olursa bundan böyle kıyamete kadar ancak ve ancak “ Ah hasretlik!” der, durursunuz.
- بعد از آن یا حسرتا شد یا عباد ** بر شما محتوم تا یوم التناد
- Hadi, tutalım, kendi hileni inkâr edersin; canını teraziyle aynadan nasıl kurtaracaksın?”
- مکر خود را گر تو انکار آوری ** از ترازو و آینه کی جان بری
- ”Getirdiğimiz turfanda meyveleri o yedi” diye kölelerle kapı yoldaşlarının, suçlarını Lokman’ın üstüne atmaları
- متهم کردن غلامان و خواجهتاشان مر لقمان را که آن میوههای ترونده که میآوردیم او خورده است
- Lokman, efendisinin hizmetinde bulunan köleler arasında hor, hakîr görünmekteydi.
- بود لقمان پیش خواجهی خویشتن ** در میان بندگانش خوار تن
- Efendi rahatça yesin, eğlensin diye kullarını meyve getirmek üzere bağa gönderdi. 3585
- میفرستاد او غلامان را به باغ ** تا که میوه آیدش بهر فراغ
- Lokman, kullar içinde, âdeta onlara tâbi bir kuldu. İçi mânalarla dolu, görünüşü gece gibi kapkaranlıktı.
- بود لقمان در غلامان چون طفیل ** پر معانی تیره صورت همچو لیل
- Köleler topladıkları meyveleri, tamah edip bir iyice yediler.
- آن غلامان میوههای جمع را ** خوش بخوردند از نهیب طمع را