- Gözü tahammül edemediği için çipile, yıldız ışık verir, o da bu suretle yol bulur. 3655
- چشم اعمش چون که خور را بر نتافت ** اختر او را شمع شد تا ره بیافت
- Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vesellem’in Zeyd’e “Bunun sırrını faşetme; gözet!” demesi
- گفتن پیغامبر علیه السلام مر زید را که این سر را فاش تر از این مگو و متابعت نگاه دار
- Peygamber “ Sahabem yıldızlar gibi yola gidenlere ışık, şeytanlara taştır” dedi.
- گفت پیغمبر که اصحابی نجوم ** رهروان را شمع و شیطان را رجوم
- Herkes uzaktan görebilseydi gökyüzündeki güneşle nurlanırdı.
- هر کسی را گر بدی آن چشم و زور ** کاو گرفتی ز آفتاب چرخ نور
- Ve ey aşağılık kişi, güneşin nuruna delalet etmek üzere yıldıza ne lûzum kalırdı?
- کی ستاره حاجت استی ای ذلیل ** که بدی بر نور خورشید او دلیل
- Ay; buluta, toprağa ve gölge der ki: “Ben de sizin gibi insanım. Ancak bana vahiy geliyor.
- ماه میگوید به خاک و ابر و فی ** من بشر بودم ولی یوحی الی
- Ben de yaratılışta sizin gibi karanlıktım. Fakat vahiy güneşi, bana böyle bir nur verdi. 3660
- چون شما تاریک بودم در نهاد ** وحی خورشیدم چنین نوری بداد
- Güneşlere nispetle biraz karanlığım, fakat insanların karanlıklarına nispetle nurluyum.
- ظلمتی دارم به نسبت با شموس ** نور دارم بهر ظلمات نفوس
- Tahammül edebilesin diye nurum zayıf. Çünkü sen parlak güneşin eri değilsin.
- ز آن ضعیفم تا تو تابی آوری ** که نه مرد آفتاب انوری
- Balla sirkeden meydana gelen sirkengebin gibi ben de nurlu zulmetten meydana geldim ve bu suretle kalp hastalığına yol buldum, faydalı oldum.
- همچو شهد و سرکه در هم بافتم ** تا سوی رنج جگر ره یافتم
- Hasta adam hastalıktan kurtulunca sirkeyi bırak bal yiye gör.”
- چون ز علت وارهیدی ای رهین ** سرکه را بگذار و میخور انگبین