- Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
- آن خیالی که شه اندر خواب دید ** در رخ مهمان همیآمد پدید
- Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.
- شه به جای حاجبان واپیش رفت ** پیش آن مهمان غیب خویش رفت
- Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı. 75
- هر دو بحری آشنا آموخته ** هر دو جان بیدوختن بر دوخته
- Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.
- گفت معشوقم تو بوده ستی نه آن ** لیک کار از کار خیزد در جهان
- Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.
- ای مرا تو مصطفی من چون عمر ** از برای خدمتت بندم کمر
- Muvaffakıyetler verici Ulu Tanrı’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyiş, edepsizlik ve terbiyesizliğin pek fena zararları
- از خداوند ولی التوفیق در خواستن توفیق رعایت ادب در همه حالها و بیان کردن وخامت ضررهای بیادبی
- Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.
- از خدا جوییم توفیق ادب ** بیادب محروم گشت از لطف رب
- Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
- بیادب تنها نه خود را داشت بد ** بلکه آتش در همه آفاق زد
- Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu. 80
- مایده از آسمان در میرسید ** بیشری و بیع و بیگفت و شنید
- Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
- در میان قوم موسی چند کس ** بیادب گفتند کو سیر و عدس
- Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
- منقطع شد خوان و نان از آسمان ** ماند رنج زرع و بیل و داسمان