- Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu. 80
- مایده از آسمان در میرسید ** بیشری و بیع و بیگفت و شنید
- Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
- در میان قوم موسی چند کس ** بیادب گفتند کو سیر و عدس
- Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
- منقطع شد خوان و نان از آسمان ** ماند رنج زرع و بیل و داسمان
- Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
- باز عیسی چون شفاعت کرد، حق ** خوان فرستاد و غنیمت بر طبق
- Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
- باز گستاخان ادب بگذاشتند ** چون گدایان زلهها برداشتند
- İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz. 85
- لابه کرده عیسی ایشان را که این ** دایم است و کم نگردد از زمین
- Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
- بد گمانی کردن و حرص آوری ** کفر باشد پیش خوان مهتری
- O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
- ز ان گدا رویان نادیده ز آز ** آن در رحمت بر ایشان شد فراز
- Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
- ابر برناید پی منع زکات ** وز زنا افتد وبا اندر جهات
- İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
- هر چه بر تو آید از ظلمات و غم ** آن ز بیباکی و گستاخی است هم