- Sâf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman’ın adalet sarayına erişti.
- زاد مردی چاشتگاهی در رسید ** در سرا عدل سلیمان در دوید
- Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman, ona “Efendi ne oldu?” dedi.
- رویش از غم زرد و هر دو لب کبود ** پس سلیمان گفت ای خواجه چه بود
- O “Azrail, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki…” dedi
- گفت عزراییل در من این چنین ** یک نظر انداخت پر از خشم و کین
- Süleyman “Peki, şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan! Rüzgâra emret;
- گفت هین اکنون چه میخواهی بخواه ** گفت فرما باد را ای جان پناه
- Beni tâ Hindistan’a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.” 960
- تا مرا ز ینجا به هندستان برد ** بو که بنده کان طرف شد جان برد
- İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar.
- نک ز درویشی گریزانند خلق ** لقمهی حرص و امل ز آنند خلق
- Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et!
- ترس درویشی مثال آن هراس ** حرص و کوشش را تو هندستان شناس
- Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.
- باد را فرمود تا او را شتاب ** برد سوی قعر هندستان بر آب
- Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki:
- روز دیگر وقت دیوان و لقا ** پس سلیمان گفت عزراییل را
- Acaba bu işi, o adamı hanümanından avare etmek için mi yaptın? 965
- کان مسلمان را بخشم از چه چنان ** بنگریدی تا شد آواره ز خان