- Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok.
- گر بدید آن شاه جویا دور نیست ** لیک ما را ذکر آن دستور نیست
- Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı. 1005
- چون ز گرمابه بیامد آن غلام ** سوی خویشش خواند آن شاه و همام
- “Sıhhatler olsun, daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
- گفت صحا لک نعیم دایم ** بس لطیفی و ظریف و خوب رو
- Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
- ای دریغا گر نبودی در تو آن ** که همیگوید برای تو فلان
- O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.
- شاد گشتی هر که رویت دیدهیی ** دیدنت ملک جهان ارزیدیی
- Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
- گفت رمزی ز آن بگو ای پادشاه ** کز برای من بگفت آن دین تباه
- Padişah “ Önce ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi. 1010
- گفت اول وصف دو روییت کرد ** کاشکارا تو دوایی خفیه درد
- Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
- خبث یارش را چو از شه گوش کرد ** در زمان دریای خشمش جوش کرد
- Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
- کف بر آورد آن غلام و سرخ گشت ** تا که موج هجو او از حد گذشت
- Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”
- کاو ز اول دم که با من یار بود ** همچو سگ در قحط بس گه خوار بود