English    Türkçe    فارسی   

2
1004-1013

  • Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok.
  • گر بدید آن شاه جویا دور نیست ** لیک ما را ذکر آن دستور نیست‏
  • Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı. 1005
  • چون ز گرمابه بیامد آن غلام ** سوی خویشش خواند آن شاه و همام‏
  • “Sıhhatler olsun, daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
  • گفت صحا لک نعیم دایم ** بس لطیفی و ظریف و خوب رو
  • Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
  • ای دریغا گر نبودی در تو آن ** که همی‏گوید برای تو فلان‏
  • O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.
  • شاد گشتی هر که رویت دیده‏یی ** دیدنت ملک جهان ارزیدیی‏
  • Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
  • گفت رمزی ز آن بگو ای پادشاه ** کز برای من بگفت آن دین تباه‏
  • Padişah “ Önce ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi. 1010
  • گفت اول وصف دو روییت کرد ** کاشکارا تو دوایی خفیه درد
  • Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
  • خبث یارش را چو از شه گوش کرد ** در زمان دریای خشمش جوش کرد
  • Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
  • کف بر آورد آن غلام و سرخ گشت ** تا که موج هجو او از حد گذشت‏
  • Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”
  • کاو ز اول دم که با من یار بود ** همچو سگ در قحط بس گه خوار بود