English    Türkçe    فارسی   

2
1872-1881

  • Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
  • کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
  • Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
  • تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
  • Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
  • عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
  • Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan! 1875
  • ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا
  • Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
  • ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
  • Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
  • گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
  • Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
  • رنجانیدن امیری خفته‏ای را که مار در دهانش رفته بود
  • Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
  • عاقلی بر اسب می‏آمد سوار ** در دهان خفته‏ای می‏رفت مار
  • Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
  • آن سوار آن را بدید و می‏شتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت‏
  • Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu. 1880
  • چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد
  • O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
  • برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت‏