- Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
- کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
- Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
- تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
- Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
- عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
- Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan! 1875
- ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا
- Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
- ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
- Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
- گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
- Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
- رنجانیدن امیری خفتهای را که مار در دهانش رفته بود
- Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
- عاقلی بر اسب میآمد سوار ** در دهان خفتهای میرفت مار
- Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
- آن سوار آن را بدید و میشتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت
- Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu. 1880
- چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد
- O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
- برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت