English    Türkçe    فارسی   

2
1974-1983

  • Aşağılık âlemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir. Haydi, var gözünü yüceliklere dik.
  • هر چه در پستی است آمد از علا ** چشم را سوی بلندی نه هلا
  • Yücelere bakmak, önce gözü alır, kamaştırır ama sonra bakışa bir aydınlık bağışlar. 1975
  • روشنی بخشد نظر اندر علی ** گر چه اول خیرگی آرد بلی‏
  • Gözünü aydınlığa alıştır. Yok, eğer yarasaysan karanlıklara baka dur!
  • چشم را در روشنایی خوی کن ** گر نه خفاشی نظر آن سوی کن‏
  • Akıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense senin mezarın.
  • عاقبت بینی نشان نور تست ** شهوت حالی حقیقت گور تست‏
  • Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip akıbeti gören kişi, bir tek oyun görene benzemez.
  • عاقبت بینی که صد بازی بدید ** مثل آن نبود که یک بازی شنید
  • Bir oyun gören, o tek oyuna öyle mağrur oldu ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı.
  • ز آن یکی بازی چنان مغرور شد ** کز تکبر ز اوستادان دور شد
  • Sâmirî gibi. O, kendisinde bir hüner görünce ululanıp Musa’dan baş çekti. 1980
  • سامری‏وار آن هنر در خود چو دید ** او ز موسی از تکبر سر کشید
  • Hâlbuki o, hünerini Musa’dan öğrenmişti. Öyle olduğu halde öğretmeninden gözünü yumdu.
  • او ز موسی آن هنر آموخته ** وز معلم چشم را بر دوخته‏
  • Hulâsa Musa da başka bir oyun etti; onun oyununu kapıverdi, kendisini de!
  • لاجرم موسی دگر بازی نمود ** تا که آن بازی و جانش را ربود
  • Başta dönüp dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla baş oluncaya kadar, baş elden gider!
  • ای بسا دانش که اندر سر دود ** تا شود سرور بدان خود سر رود