English    Türkçe    فارسی   

2
2739-2748

  • Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
  • حرص آدم چون سوی گندم فزود ** از دل آدم سلیمی را ربود
  • Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti. 2740
  • پس دروغ و عشوه‏ات را گوش کرد ** غره گشت و زهر قاتل نوش کرد
  • O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
  • کژدم از گندم ندانست آن نفس ** می‏پرد تمییز از مست هوس‏
  • Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
  • خلق مست آرزویند و هوا ** ز آن پذیرایند دستان ترا
  • Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.
  • هر که خود را از هوا خود باز کرد ** چشم خود را آشنای راز کرد
  • Kadı’nın kadılıktan şikâyeti, naibinin ona verdiği cevap
  • شکایت قاضی از آفت قضا و جواب گفتن نایب او را
  • Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “Kadıya bu ağlama nedir diye?
  • قاضیی بنشاندند او می‏گریست ** گفت نایب قاضیا گریه ز چیست‏
  • Ağlamak, feryat etmek zamanı değil, sevinecek, kutlanacak zamanın “ dedi. 2745
  • این نه وقت گریه و فریاد تست ** وقت شادی و مبارک باد تست‏
  • Kadı, bir ah edip dedi ki: “Gönlüne hâkim olmayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl hükmedebilir? O, işin hakikatini bilen iki kişi arasında bir cahilden başka bir şey değildir ki.
  • گفت اه چون حکم راند بی‏دلی ** در میان آن دو عالم جاهلی‏
  • O iki hasım, ne yaptıklarını bilirler. Zavallı, kadı o iki kişinin hilesini ne bilsin?
  • آن دو خصم از واقعه‏ی خود واقفند ** قاضی مسکین چه داند ز آن دو بند
  • Hallerini bilmez, gafildir. Böyle olduğu halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?”
  • جاهل است و غافل است از حالشان ** چون رود در خونشان و مالشان‏