- O iki hasım, ne yaptıklarını bilirler. Zavallı, kadı o iki kişinin hilesini ne bilsin?
- آن دو خصم از واقعهی خود واقفند ** قاضی مسکین چه داند ز آن دو بند
- Hallerini bilmez, gafildir. Böyle olduğu halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?”
- جاهل است و غافل است از حالشان ** چون رود در خونشان و مالشان
- Naip “Hasımlar, bilgili ama illetlidir. Hâlbuki sen, cahilsin ama şeriat mumusun.
- گفت خصمان عالمند و علتی ** جاهلی تو لیک شمع ملتی
- Çünkü sende bir kasıt ve illet yok. İşte şu illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur. 2750
- ز انکه تو علت نداری در میان ** آن فراغت هست نور دیدهگان
- O iki bilgiyi, garazları kör etmiştir. Bilgilerini de kasıtları, illetleri mezara tıkmıştır.
- و آن دو عالم را غرضشان کور کرد ** علمشان را علت اندر گور کرد
- Kasıtsızlık, bilgisizi âlim yapar, kasıt ve garaz, ilmi aykırı bir hale sokar, zulüm haline koyar.
- جهل را بیعلتی عالم کند ** علم را علت کژ و ظالم کند
- Sen rüşvet almadıkça kör değilsin, fakat tamah ettin mi körsün, kul köle kesilirsin” dedi.
- تا تو رشوت نستدی بینندهای ** چون طمع کردی ضریر و بندهای
- Ben hevadan vazgeçmişim, şehvet lokmalarını az yemişim.
- از هوا من خوی را واکردهام ** لقمههای شهوتی کم خوردهام
- Gönlümün tat alma duygusu aydın, doğruyu yalandan ayırt eder. 2755
- چاشنی گیر دلم شد با فروغ ** راست را داند حقیقت از دروغ
- Muaviye’nin İblis’i söyletmesi
- به اقرار آوردن معاویه ابلیس را
- Sen niçin beni uyandırdın? Be hilebaz, sen uyanıklığa düşmansın.
- تو چرا بیدار کردی مر مرا ** دشمن بیداریی تو ای دغا