- Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz.
- مهر در گوش شما بنهاد حق ** تا به آواز خدا نارد سبق
- İşte apaçık kulağıma Allah sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan süzmekteyim”
- نک صریح آواز حق میآیدم ** همچو صاف از درد میپالایدم
- Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musa’ya da bir ağaçtan gelmişti.
- همچنان که موسی از سوی درخت ** بانگ حق بشنید کای مسعود بخت
- “Ben Allah’ım” sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar belirmiş, parlamıştı.
- از درخت إنی أنا الله میشنید ** با کلام انوار میآمد پدید
- Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular. 2885
- چون ز نور وحی در میماندند ** باز نو سوگندها میخواندند
- Allah yemine siper demiştir. Savaşçı, siperi elden bırakır mı?
- چون خدا سوگند را خواند سپر ** کی نهد اسپر ز کف پیکارگر
- Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
- باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح
- Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
- اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمیکند
- Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
- تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول
- Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
- که چنین پیران با شیب و وقار ** میکندشان این پیمبر شرمسار
- Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi? 2890
- کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا