- O can sultanı, hırkasını dikmeğe koyulmuştu. Ansızın oraya bir emir geldi.
- دلق خود میدوخت آن سلطان جان ** یک امیری آمد آن جا ناگهان
- O emir, Şeyh’in kullarındandı. Şeyh’i tanıyıp hemen secde etti.
- آن امیر از بندگان شیخ بود ** شیخ را بشناخت سجده کرد زود
- Şeyh’in hırka dikmekte olduğunu görüp şaşırdı. Şekli de değişmişti, huyu da!
- خیره شد در شیخ و اندر دلق او ** شکل دیگر گشته خلق و خلق او
- Emîr, kendi kendisine “ Öyle bir ulu sultanlığı terk etti de şu yoksulluğu ihtiyar etti. Bu ne acayip iş!
- کاو رها کرد آن چنان ملک شگرف ** بر گزید آن فقر بس باریک حرف
- Yedi iklim padişahlığını kaybetsin de yoksullar gibi kendi hırkasını diksin” diyordu. 3215
- ترک کرد او ملک هفت اقلیم را ** میزند بر دلق سوزن چون گدا
- Şeyh, onun düşüncesini anladı. Şeyh aslana benzer, gönülleri ormana.
- شخ واقف گشت از اندیشهاش ** شیخ چون شیر است و دلها بیشهاش
- Şeyh, ümit ve korku gibi gönüllere girer, yürür. Cihan esrarı ona gizli değildir.
- چون رجا و خوف در دلها روان ** نیست مخفی بر وی اسرار جهان
- Ey sermayesizler, gönül sahiplerinin huzurunda gönüllerinizi koruyun!
- دل نگه دارید ای بیحاصلان ** در حضور حضرت صاحب دلان
- Ten ehlinin yanında edep, zahiri muameleden ibarettir. Çünkü Allah, onlardan gizli şeyleri örtmüştür.
- پیش اهل تن ادب بر ظاهر است ** که خدا ز ایشان نهان را ساتر است
- Fakat gönül ehillerinin yanında edep, bâtıni bir muameledir. Bâtına aittir. Zira onların gönülleri, gizli şeyleri anlar. 3220
- پیش اهل دل ادب بر باطن است ** ز انکه دلشان بر سرایر فاطن است