- Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini duydu. Dedi ki. “ Eğer bizi cezalandırdıysa nişanesi nerede?”
- جان او بشنید وحی آسمان ** گفت اگر بگرفت ما را کو نشان
- Şuayb “Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye, bu cezaya nişane aramakta” dedi. 3390
- گفت یا رب دفع من میگوید او ** آن گرفتن را نشان میجوید او
- Allah “Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
- گفت ستارم نگویم رازهاش ** جز یکی رمز از برای ابتلاش
- Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte.
- یک نشان آن که میگیرم و را ** آن که طاعت دارد از صوم و دعا
- Namaz kılmakta, zekât vermekte, başka ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
- و ز نماز و از زکات و غیر آن ** لیک یک ذره ندارد ذوق جان
- Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
- میکند طاعات و افعال سنی ** لیک یک ذره ندارد چاشنی
- İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri boş! 3395
- طاعتش نغز است و معنی نغز نی ** جوزها بسیار و در وی مغز نی
- İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek, tohumun ağaç olması için iç gerek!
- ذوق باید تا دهد طاعات بر ** مغز باید تا دهد دانه شجر
- İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil.
- دانهی بیمغز کی گردد نهال ** صورت بیجان نباشد جز خیال
- O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması hikâyesinin sonu
- بقیهی قصهی طعنه زدن آن مرد بیگانه در شیخ
- O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
- آن خبیث از شیخ میلایید ژاژ ** کژنگر باشد همیشه عقل کاژ