- Zeyd’le Amr, irap için kullanılan misallerde geçer, onlar yalan olsa bile sen irabı düzeltmeye çalış!” derse de,
- زید و عمرو از بهر اعراب است و ساز ** گر دروغ است آن تو با اعراب ساز
- Öbürü “Ben onu, bunu bilmem. Zeyd, Amr’ı suçsuz, sebepsiz nasıl dövdü” deyince,
- گفت نه من آن ندانم عمرو را ** زید چون زد بیگناه و بیخطا
- Nahivci naçar kalır, alaya başlar: Amr, fazla olarak bir “V” çalmıştı.
- گفت از ناچار و لاغی بر گشود ** عمرو یک واو فزون دزدیده بود
- Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi aşmıştı, tabii haddini bildirmek lâzım! 3635
- زید واقف گشت دزدش را بزد ** چون که از حد برد او را حد سزد
- Bâtıl gönüllerin bâtıl sözü kabul etmesi
- پذیرا آمدن سخن باطل در دل باطلان
- Bunun üzerine o adam “Hah, doğru... Şimdi bunu canla başla kabul ettim” der. Doğru bile eğrilere eğri görünür.
- گفت اینک راست پذرفتم به جان ** کج نماید راست در پیش کجان
- Bir şaşıya “Ay birdir” desen “İkidir, bir olmasında şüphe var” der.
- گر بگویی احولی را مه یکی است ** گویدت این دوست و در وحدت شکی است
- Birisi alay eder, güler ve “Sahi, iki” derse bu sözü doğru olarak kabul eder. Kötü huyun lâyığı budur.
- ور بر او خندد کسی گوید دو است ** راست دارد این سزای بد خو است
- Yalancılar yalanla konuşurlar “Pis şeyler, pislere aittir” sözü ışık verip durmaktadır.
- بر دروغان جمع میآید دروغ ** الخبیثات الخبیثین زد فروغ
- Gönlü açık olanların elleri de açık olur. Körlerin taşlık erde düşmeleri de pek tabiîdir. 3640
- دل فراخان را بود دست فراخ ** چشم کوران را عثار سنگلاخ
- Birisinin, meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulaşacağı ağacı aramaya kalkışması
- جستن آن درخت که هر که میوهی آن درخت خورد نمیرد
- Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır.
- گفت دانایی برای داستان ** که درختی هست در هندوستان