English    Türkçe    فارسی   

2
3782-3791

  • O Süleyman, meydanda, herkesin gözü önünde. Fakat haset kıskançlık göz bağıcı ve büyücü.
  • آن سلیمان پیش جمله حاضر است ** لیک غیرت چشم بند و ساحر است‏
  • O bizim önümüzde... Bizse cahillikten, uykudan, herzevekillikten onu görmemekte, ondan meyus olmaktayız.
  • تا ز جهل و خوابناکی و فضول ** او به پیش ما و ما از وی ملول‏
  • Gök gürlemesi, susuzun başını ağrıtır. Bilmez ki kutlu bulutlardan rahmet yağdıracak!
  • تشنه را درد سر آرد بانگ رعد ** چون نداند کاو کشاند ابر سعد
  • Onun gözü akarsuda… Gökten yağan rahmet suyunun zevkinden haberi bile yok! 3785
  • چشم او مانده است در جوی روان ** بی‏خبر از ذوق آب آسمان‏
  • Himmet atını sebebe doğru sürdü de bu yüzden müsebbipten mahrum kaldı.
  • مرکب همت سوی اسباب راند ** از مسبب لاجرم محجوب ماند
  • Fakat müsebbibi apaçık gören cihan sebeplerine gönül kor mu?
  • آن که بیند او مسبب را عیان ** کی نهد دل بر سببهای جهان‏
  • Hacıların, çölde tek ve tenha ibadet eden bir zahidin kerametine hayran olmaları
  • حیران شدن حاجیان در کرامات آن زاهد که در بادیه تنهاش یافتند
  • Çöl ortasın da bir zahit vardı. Abbadiye kabilelerine mensup olanlar gibi ibadete de dalmış, kendisinden geçmişti.
  • زاهدی بد در میان بادیه ** در عبادت غرق چون عبادیه‏
  • Hacılar civar şehirlerden gelip oraya ulaştılar, o kupkuru yerde bir zâhit gördüler.
  • حاجیان آن جا رسیدند از بلاد ** دیده‏شان بر زاهد خشک اوفتاد
  • Zahidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı yumuşak. Çölün samyeli, âdeta ona ilâç kesilmişti. 3790
  • جای زاهد خشک بود او تر مزاج ** از سموم بادیه بودش علاج‏
  • Hacılar, onun yalnızlığına, o afetler içinde selâmette oluşuna şaştılar.
  • حاجیان حیران شدند از وحدتش ** و آن سلامت در میان آفتش‏