English    Türkçe    فارسی   

2
437-446

  • Hem gözü o kadar yüceleri gördüğü, gözünün nuru göklere bile nüfus ettiği halde!
  • با چنان چشمی که بالا می‏شتافت ** نور چشمش آسمان را می‏شکافت‏
  • Ey zamanın Musa’sı değirmendeki farenin gözü, ahmaklıktan senin gözünle bahse kalkıştı" dediler.
  • کرده با چشمت تعصب موسیا ** از حماقت چشم موش آسیا
  • Şeyh, bütün o sözleri size helâl ettim.
  • شیخ فرمود آن همه گفتار و قال ** من بحل کردم شما را آن حلال‏
  • Bunun sırrı şuydu, ben Allah’tan bunu diledim, Allah da bana doğru yolu gösterdi. 440
  • سر این آن بود کز حق خواستم ** لاجرم بنمود راه راستم‏
  • O dinar gerçi az bir paraydı. Fakat gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı.
  • گفت آن دینار اگر چه اندک است ** لیک موقوف غریو کودک است‏
  • Helva satan çocuk ağlamasaydı, rahmet denizi coşmazdı” dedi.
  • تا نگرید کودک حلوا فروش ** بحر رحمت در نمی‏آید به جوش‏
  • Kardeş, çocuk, senin cisim çocuğundur. İyice bil ki muradına erişmen de ağlamana bağlı.
  • ای برادر طفل طفل چشم تست ** کام خود موقوف زاری دان درست‏
  • O libası elde etmek istersen cesedindeki göz çocuğunu ağlat!
  • گر همی‏خواهی که آن خلعت رسد ** پس بگریان طفل دیده بر جسد
  • Birisinin bir zahidi az ağla ki kör olmayasın diye korkutması
  • ترسانیدن شخصی زاهد را که کم گری تا کور نشوی
  • Bir zahide, çalışıp, savaşan bir dostu “Az ağla ki gözün bozulmasın “ dedi. 445
  • زاهدی را گفت یاری در عمل ** کم گری تا چشم را ناید خلل‏
  • Zahit dedi ki: “İş iki halden dışarı olamaz. Göz, ya yüzü görür, ya görmez.
  • گفت زاهد از دو بیرون نیست حال ** چشم بیند یا نبیند آن جمال‏