- Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez.
- اهل صف آخرین از ضعف خویش ** چشمشان طاقت ندارد نور بیش
- Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez.
- و آن صف پیش از ضعیفی بصر ** تاب نارد روشنایی بیشتر
- İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir. 825
- روشنیی کاو حیات اول است ** رنج جان و فتنهی این احول است
- Şaşılıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir.
- احولیها اندک اندک کم شود ** چون ز هفصد بگذرد او یم شود
- Demiri yahut altını sâf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?
- آتشی کاصلاح آهن یا زر است ** کی صلاح آبی و سیب تر است
- Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler.
- سیب و آبی خامیی دارد خفیف ** نه چو آهن تابشی خواهد لطیف
- Hâlbuki o hararet, o şuleler, demir için kâfi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister.
- لیک آهن را لطیف آن شعلههاست ** کاو جذوب تابش آن اژدهاست
- O demir, meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir; ondan hoşlanır. 830
- هست آن آهن فقیر سخت کش ** زیر پتک و آتش است او سرخ و خوش
- Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer.
- حاجب آتش بود بیواسطه ** در دل آتش رود بیرابطه
- Fakat su ve su oğulları; hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.
- بیحجاب آب و فرزندان آب ** پختگی ز آتش نیابند و خطاب