- Kulaktan gönle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der.
- هر جوابی کان ز گوش آید به دل ** چشم گفت از من شنو آن را بهل
- Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikoduda!
- گوش دلاله ست و چشم اهل وصال ** چشم صاحب حال و گوش اصحاب قال
- Kulağın duygusu sıfatları tebdil eder, hâlbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri bile değiştirir.
- در شنود گوش تبدیل صفات ** در عیان دیدها تبدیل ذات
- Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma. 860
- ز آتش ار علمت یقین شد از سخن ** پختگی جو در یقین منزل مکن
- Yanmadıkça o bilgi, Aynel Yakîn değildir. Bu yakîn’i istiyorsan ateşe dal.
- تا نسوزی نیست آن عین الیقین ** این یقین خواهی در آتش در نشین
- Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönle tesir etmez.
- گوش چون نافذ بود دیده شود ** ور نه قل در گوش پیچیده شود
- Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı, onu anlat!
- این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که شه با آن غلامانش چه کرد
- Padişahın o kölelerden birini bir yere yollayıp öbüründen bazı şeyler sorması
- به راه کردن شاه یکی را از آن دو غلام و از این دیگر پرسیدن
- Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “Beri gel” diye emretti.
- آن غلامک را چو دید اهل ذکا ** آن دگر را کرد اشارت که بیا
- Buradaki sevgiye ve acımaya delâlet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir. Nitekim ana oğul’a “yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz. 865
- کاف رحمت گفتمش تصغیر نیست ** جد چو گوید طفلکم تحقیر نیست
- İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu, dişleri de kapkaraydı.
- چون بیامد آن دوم در پیش شاه ** بود او گنده دهان دندان سیاه