- Peygamberleri, ihtiyacı olduğundan değil de fazlından, kereminden gönderen,
- آن خدایی که فرستاد انبیا ** نه به حاجت بل به فضل و کبریا
- Aşağılık topraktan, yüce padişahlar yaratan.
- آن خداوندی که از خاک ذلیل ** آفرید او شهسواران جلیل
- Onları topraktan yaratılmış mahlûkatın tabiatlarından arıtan, gök ehlinin derecelerinden üstün kılan,
- پاکشان کرد از مزاج خاکیان ** بگذرانید از تک افلاکیان
- Ateşten saf bir nur yaratıp onunla bütün nurları parlatan,
- بر گرفت از نار و نور صاف ساخت ** وانگه او بر جملهی انوار تاخت
- Nurlara doğan, nurları aydınlatan nuru yaratan, Âdem peygamberin feyiz alıp marifete eriştiği aydın ziyayı meydana getiren, 910
- آن سنا برقی که بر ارواح تافت ** تا که آدم معرفت ز آن نور یافت
- Âdem’den bitip Şîs’in devşirdiği nuru, Âdem’in görüp Şîs’i yerine halife ettiği nuru.
- آن کز آدم رست و دست شیث چید ** پس خلیفهش کرد آدم کان بدید
- Nuh’un feyiz aldığı, can denizi havasında inciler yağdırdığı nuru halk edene ant olsun.
- نوح از آن گوهر که برخوردار بود ** در هوای بحر جان دربار بود
- İbrahim’in canı o nurlardan nurlandı da pervasızca ateş şulelerine koştu, ateşe atıldı.
- جان ابراهیم از آن انوار زفت ** بیحذر در شعلههای نار رفت
- İsmail, onun ırmağına düştü de o yüzden parlak bıçağın önüne baş koydu, boyun verdi.
- چون که اسماعیل در جویش فتاد ** پیش دشنهی آب دارش سر نهاد
- Davut’un canı onun şulelerinden hararetlendi de ondan dolayı elinde demir yumuşadı, eridi. 915
- جان داود از شعاعش گرم شد ** آهن اندر دست بافش نرم شد