- Bilirsin ki bu zahiri görüşün nurunu hayvan da görür. Şu halde benim Âdem’e “Kerremna” demem nedir?
- نور این دانی که حیوان دید هم ** پس چه کرمنا بود بر آدمم
- Ben, nurlara dalmış, gark olmuş bir güneşim. Kendimi nurdan ayırt edemiyorum.
- من چو خورشیدم درون نور غرق ** میندانم کرد خویش از نور فرق
- O halvete gitmem, namaz kılmam, halka öğretmek için.
- رفتنم سوی نماز و آن خلا ** بهر تعلیمست ره مر خلق را
- Bu âlem doğrulsun diye ayağımı eğri atmaktayım. Ey yiğit, savaş hileden ibarettir.” 2410
- کژ نهم تا راست گردد این جهان ** حرب خدعه این بود ای پهلوان
- İzin yoktu, yoksa Davut, bu sırları döküp saçar, sır denizinden toz koparırdı!
- نیست دستوری و گر نه ریختی ** گرد از دریای راز انگیختی
- Davut, bu çeşit söyleyip durmakta, halkın aklını, fikrini yakmaya kalkışmaktayken,
- همچنین داود میگفت این نسق ** خواست گشتن عقل خلقان محترق
- Arkasından birisi, “Birliğinde hiç şüphem yok” diye Davud’un eteğini çekti.
- پس گریبانش کشید از پس یکی ** که ندارم در یکییاش شکی
- Davut, kendine geldi, sözünü kısa kesti, dudağını yumdu, halvet edeceği yere hareket etti.
- با خود آمد گفت را کوتاه کرد ** لب ببست و عزم خلوتگاه کرد
- Davud’un, hakkın meydana çıkması için halvete girmesi
- در خلوت رفتن داود تا آنچ حقست پیدا شود
- Davut, kapısını kapayıp acele halvet edeceği yere gitti, mihrabına, duanın kabul edildiği yere yöneldi. 2415
- در فرو بست و برفت آنگه شتاب ** سوی محراب و دعای مستجاب
- Allah, ona bu işin hakikatini bildirdi, ne gösterdiyse tamamıyla gösterdi. O da işi anladı, öç alınacak kimdir, kısasa layık adam hangisidir, bildi.
- حق نمودش آنچ بنمودش تمام ** گشت واقف بر سزای انتقام