- Allah lütuflarını, padişahın lütuf şeklinde tecelli eden şaşılacak kahırlarını seyretmekten sarhoş olmuşlardı.
- مست بودند از تماشای اله ** وز عجایبهای استدراج شاه
- Allah’ın kahırlarında böyle sarhoşluklar varken Allah miracının ne sarhoşlukları var?
- این چنین مستیست ز استدراج حق ** تا چه مستیها کند معراج حق
- Tuzağındaki tane, insana böyle bir sarhoşluk verirse ya nimet sofrası ne yapar ne lütuflarda bulunur?
- دانهی دامش چنین مستی نمود ** خوان انعامش چهها داند گشود
- Hârût da Mârût da sarhoş olmuşlar, bağlarını çözmüşler, kayıttan kurtulmuşlar, âşıkçasına hayhuylar ediyorlar naralar atıyorlardı.
- مست بودند و رهیده از کمند ** های هوی عاشقانه میزدند
- Fakat yolda öyle bir tuzak, öyle bir imtihan vardı ki kasırgası dağları bile saman çöpü gibi kapıp götürebilirdi. 805
- یک کمین و امتحان در راه بود ** صرصرش چون کاه که را میربود
- Bu sınama bunları altüst etmekteydi. Fakat sarhoşun bunlardan ne haberi olabilir ki?
- امتحان میکردشان زیر و زبر ** کی بود سرمست را زینها خبر
- Sarhoşun önünde hendek de birdir, meydan da. Ona kuyu da doğru yol kesilmiştir, hendek de!
- خندق و میدان بپیش او یکیست ** چاه و خندق پیش او خوش مسلکیست
- Dağ keçisi, yüce dağ başlarında yiyecek arar, hiçbir zarara uğramadan koşar durur!
- آن بز کوهی بر آن کوه بلند ** بر دود از بهر خوردی بیگزند
- Yiyecek bulmak, yayılmak üzereyken ansızın feleğin sınaması gelir çatar.
- تا علف چیند ببیند ناگهان ** بازیی دیگر ز حکم آسمان
- Öbür dağa bakar, orada bir dişi dağ keçisi görür. 810
- بر کهی دیگر بر اندازد نظر ** ماده بز بیند بر آن کوه دگر