English    Türkçe    فارسی   

3
803-812

  • Tuzağındaki tane, insana böyle bir sarhoşluk verirse ya nimet sofrası ne yapar ne lütuflarda bulunur?
  • دانه‌ی دامش چنین مستی نمود ** خوان انعامش چه‌ها داند گشود
  • Hârût da Mârût da sarhoş olmuşlar, bağlarını çözmüşler, kayıttan kurtulmuşlar, âşıkçasına hayhuylar ediyorlar naralar atıyorlardı.
  • مست بودند و رهیده از کمند ** های هوی عاشقانه می‌زدند
  • Fakat yolda öyle bir tuzak, öyle bir imtihan vardı ki kasırgası dağları bile saman çöpü gibi kapıp götürebilirdi. 805
  • یک کمین و امتحان در راه بود ** صرصرش چون کاه که را می‌ربود
  • Bu sınama bunları altüst etmekteydi. Fakat sarhoşun bunlardan ne haberi olabilir ki?
  • امتحان می‌کردشان زیر و زبر ** کی بود سرمست را زینها خبر
  • Sarhoşun önünde hendek de birdir, meydan da. Ona kuyu da doğru yol kesilmiştir, hendek de!
  • خندق و میدان بپیش او یکیست ** چاه و خندق پیش او خوش مسلکیست
  • Dağ keçisi, yüce dağ başlarında yiyecek arar, hiçbir zarara uğramadan koşar durur!
  • آن بز کوهی بر آن کوه بلند ** بر دود از بهر خوردی بی‌گزند
  • Yiyecek bulmak, yayılmak üzereyken ansızın feleğin sınaması gelir çatar.
  • تا علف چیند ببیند ناگهان ** بازیی دیگر ز حکم آسمان
  • Öbür dağa bakar, orada bir dişi dağ keçisi görür. 810
  • بر کهی دیگر بر اندازد نظر ** ماده بز بیند بر آن کوه دگر
  • Derhal gözleri kararır. Bu dağdan ta o dağa sıçramak ister.
  • چشم او تاریک گردد در زمان ** بر جهد سرمست زین که تا بدان
  • Dişi keçinin bulunduğu dağ, ona o kadar yakın görünür ki oraya sıçramak, ev kapısının etrafında koşup dolanmak kadar kolay gelir.
  • آنچنان نزدیک بنماید ورا ** که دویدن گرد بالوعه‌ی سرا