- Hârût la Mârût, sarhoşluklarından “Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak,
- پس ز مستیها بگفتند ای دریغ ** بر زمین باران بدادیمی چو میغ
- Bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” dediler.
- گستریدیمی درین بیداد جا ** عدل و انصاف و عبادات و وفا
- Onlar bunu dedi ama kaza ve kader de “Durun ayaklarınızın önünde gizli tuzaklar pek çok. 830
- این بگفتند و قضا میگفت بیست ** پیش پاتان دام ناپیدا بسیست
- Kendinize gelin de belâ çölüne küstahça gitmeyin… Kendinize gelin de körcesine Kerbelâ’ya at sürmeyin!
- هین مدو گستاخ در دشت بلا ** هین مران کورانه اندر کربلا
- Çünkü o çölde helâk olanların kıllarından, kemiklerinden yolcu, ayak basacak yer bulamaz.
- که ز موی و استخوان هالکان ** مینیابد راه پای سالکان
- Yol, baştanbaşa kıl, kemik, sinir doludur. Allah’ın kahır kılıcı, nice varları yok etmiştir!
- جملهی راه استخوان و موی و پی ** بس که تیغ قهر لاشی کرد شی
- Allah, “Allah’ın inayetine erişen kullar, yeryüzünde yavaş ve mülâyim bir surette yürürler” dedi.
- گفت حق که بندگان جفت عون ** بر زمین آهسته میرانند و هون
- Ayağı yalın olan dikenlikte nasıl yürür? Dura, dura. Düşüne, düşüne, ihtiyatla adım ata ata! diyordu. 835
- پا برهنه چون رود در خارزار ** جز بوقفه و فکرت و پرهیزگار
- Kaza bunu söylüyordu ama onların kulakları, coşkunlukları yüzünden tıkanmış, sağır olmuştu.
- این قضا میگفت لیکن گوششان ** بسته بود اندر حجاب جوششان
- Varlıklarından kurtulanlardan başka herkesin gözlerini bağlamışlar, kulaklarını tıkamışlardır.
- چشمها و گوشها را بستهاند ** جز مر آنها را که از خود رستهاند