- Gönül, o Süleymanlık gelip geçici bir şey değildir... Sen zahiren de Süleymanlık etme kabiliyetindesin, içinde de o ehliyet var senin.
- آن سلیمانی دلا منسوخ نیست ** در سر و سرت سلیمانی کنیست
- Dev de bir zaman olur, Süleyman’lık eder ama her dokumacı nerden atlas dokuyacak?
- دیو هم وقتی سلیمانی کند ** لیک هر جولاهه اطلس کی تند
- Elini oynatır ama ikisinin arasında ne kadar fark var? 1155
- دست جنباند چو دست او ولیک ** در میان هر دوشان فرقیست نیک
- Şaire Padişahın ihsanı, Ebülhasan adındaki vezirin o ihsanı arttırması
- قصهی شاعر و صله دادن شاه و مضاعف کردن آن وزیر بوالحسن نام
- Şairin biri, padişahtan elbise almak, rütbeye erişmek, ihsana nail olmak ümidiyle bir şiir yazıp götürdü.
- شاعری آورد شعری پیش شاه ** بر امید خلعت و اکرام و جاه
- Padişah ikram sahibiydi, şaire bin kırmızı altın verilmesini, bundan başka daha da ihsanlarda bulunmalarını emretti.
- شاه مکرم بود فرمودش هزار ** از زر سرخ و کرامات و نثار
- Veziri dedi ki: Bu pek az... Hiç olmazsa ona o bin altın ver de safayı hatırla gitsin!
- پس وزیرش گفت کین اندک بود ** ده هزارش هدیه وا ده تا رود
- Hatta böyle bir şaire senin gibi ihsanda avucu denize benzer bir padişahın ona bin altın vermesi bile azdır!
- از چنو شاعر نس از تو بحردست ** ده هزاری که بگفتم اندکست
- Vezir, padişaha, harmanın onda biri şaire verilsin diye geçmiş padişahların ihsanlarına dair hikâyeler söyledi, hikmetlerden bahsetti. 1160
- فقه گفت آن شاه را و فلسفه ** تا برآمد عشر خرمن از کفه
- Padişah da şaire on bin altınla değerli elbiseler verdi... Şairin içini şükür ve sena yurdu haline getirdi.
- ده هزارش داد و خلعت درخورش ** خانهی شکر و ثنا گشت آن سرش
- Şair sonradan bu kimin gayretiyle oldu, padişaha benim ehliyetimi kim bildirdi diye araştırdı.
- پس تفحص کرد کین سعی کی بود ** شاه را اهلیت من کی نمود