English    Türkçe    فارسی   

4
1191-1200

  • Fakat az bir şey elde eder de ekmek için çalışmaya ihtiyacı kalmazsa artık şöhrete, ada sana ve şairlerin methine âşık olur.
  • چون بنادر گشت مستغنی ز نان ** عاشق نامست و مدح شاعران
  • İster ki onlar, kendisinin aslını, faslını övsünler... lütfunu, ihsanını anlatmada minberler kursunlar...
  • تا که اصل و فصل او را بر دهند ** در بیان فضل او منبر نهند
  • Bu suretle de onun lütfu, ihsanı, altın bağışlaması, söz arasında amber gibi koksun!
  • تا که کر و فر و زر بخشی او ** هم‌چو عنبر بو دهد در گفت و گو
  • Allah, bizim huyumuzu da kendi huyuna uygun, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da onun vasfından bir örnektir.
  • خلق ما بر صورت خود کرد حق ** وصف ما از وصف او گیرد سبق
  • Yaratıcı Allah da, kendisine şükür ve hamd edilmesini ister... bu yüzden insanın huyu da böyledir; o da kendisinin övülmesini diler. 1195
  • چونک آن خلاق شکر و حمدجوست ** آدمی را مدح‌جویی نیز خوست
  • Hele fazilette çevik ve üstün olan Allah eri, sağlam tulum gibi o yelle doludur.
  • خاصه مرد حق که در فضلست چست ** پر شود زان باد چون خیک درست
  • Fakat insan, o methe lâyık değilse, o methin ehli olmazsa yalancı yel, fayda vermez... Tulumu yırtar, patlatır!
  • ور نباشد اهل زان باد دروغ ** خیک بدریدست کی گیرد فروغ
  • Bu meseli kendiliğimden söylemedim arkadaş; aklın başındaysa ve ehilsen serserice dinleme!
  • این مثل از خود نگفتم ای رفیق ** سرسری مشنو چو اهلی و مفیق
  • Bunu hakkındaki hicivleri duyunca, müşriklerin “Ahmet neden medihten hoşlanıyor, neden medihten memnun oluyor?” dediklerini işitince söyledi.
  • این پیمبر گفت چون بشنید قدح ** که چرا فربه شود احمد به مدح
  • Şair, ihsan ölmedi ya diye evvelce nail olduğu ihsana şükran olarak yazdığı şiiri alıp padişaha götürdü, sundu. 1200
  • رفت شاعر پیش آن شاه و ببرد ** شعر اندر شکر احسان کان نمرد