- İster ki onlar, kendisinin aslını, faslını övsünler... lütfunu, ihsanını anlatmada minberler kursunlar...
- تا که اصل و فصل او را بر دهند ** در بیان فضل او منبر نهند
- Bu suretle de onun lütfu, ihsanı, altın bağışlaması, söz arasında amber gibi koksun!
- تا که کر و فر و زر بخشی او ** همچو عنبر بو دهد در گفت و گو
- Allah, bizim huyumuzu da kendi huyuna uygun, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da onun vasfından bir örnektir.
- خلق ما بر صورت خود کرد حق ** وصف ما از وصف او گیرد سبق
- Yaratıcı Allah da, kendisine şükür ve hamd edilmesini ister... bu yüzden insanın huyu da böyledir; o da kendisinin övülmesini diler. 1195
- چونک آن خلاق شکر و حمدجوست ** آدمی را مدحجویی نیز خوست
- Hele fazilette çevik ve üstün olan Allah eri, sağlam tulum gibi o yelle doludur.
- خاصه مرد حق که در فضلست چست ** پر شود زان باد چون خیک درست
- Fakat insan, o methe lâyık değilse, o methin ehli olmazsa yalancı yel, fayda vermez... Tulumu yırtar, patlatır!
- ور نباشد اهل زان باد دروغ ** خیک بدریدست کی گیرد فروغ
- Bu meseli kendiliğimden söylemedim arkadaş; aklın başındaysa ve ehilsen serserice dinleme!
- این مثل از خود نگفتم ای رفیق ** سرسری مشنو چو اهلی و مفیق
- Bunu hakkındaki hicivleri duyunca, müşriklerin “Ahmet neden medihten hoşlanıyor, neden medihten memnun oluyor?” dediklerini işitince söyledi.
- این پیمبر گفت چون بشنید قدح ** که چرا فربه شود احمد به مدح
- Şair, ihsan ölmedi ya diye evvelce nail olduğu ihsana şükran olarak yazdığı şiiri alıp padişaha götürdü, sundu. 1200
- رفت شاعر پیش آن شاه و ببرد ** شعر اندر شکر احسان کان نمرد
- İhsan sahipleri öldüler, ihsanları kaldı... Ne mutlu o kişiye ki bu merkebi sürdü!
- محسنان مردند و احسانها بماند ** ای خنک آن را که این مرکب براند