English    Türkçe    فارسی   

4
1243-1252

  • Haman, ona “Şimdiye kadar padişahtın... Şimdi bir yamalı hırka giyenin hilesine kapılıp kul mu oldun?” derdi.
  • پس بگفتی تا کنون بودی خدیو ** بنده گردی ژنده‌پوشی را بریو
  • Bu söz, mancınıktan atılan taş gibi gelir, Firavun’un sırçadan yapılma sarayını kırıverirdi!
  • هم‌چو سنگ منجنیقی آمدی ** آن سخن بر شیشه خانه‌ی او زدی
  • Güzel sözlü Kelîm’in yüz gün uğraşıp yaptığını o, bir anda yıkar giderdi! 1245
  • هر چه صد روز آن کلیم خوش‌خطاب ** ساختی در یک‌دم او کردی خراب
  • Senin aklın da vezirdir ve heva ve hevesine mağlûptur... Vücudun da Allah yolunu kesip durmaktadır...
  • عقل تو دستور و مغلوب هواست ** در وجودت ره‌زن راه خداست
  • Allah’a mensup bir öğütçü, sana öğüt verse o sözü, bir hileyle tesirsiz bırakmakta;
  • ناصحی ربانیی پندت دهد ** آن سخن را او به فن طرحی نهد
  • Bu, yerinde bir söz değil, kendine gel de yerinden, yurdundan olma... İş öyle değil, kendine gel, delirme demektedir.
  • کین نه بر جایست هین از جا مشو ** نیست چندان با خود آ شیدا مشو
  • Vay o padişaha ki veziri budur... Her ikisinin yeri de kin güden cehennemdir.
  • وای آن شه که وزیرش این بود ** جای هر دو دوزخ پر کین بود
  • Ne mutlu o padişaha ki müşkül işe düştü mü elini tutacak Asaf gibi bir veziri vardır. 1250
  • شاد آن شاهی که او را دست‌گیر ** باشد اندر کار چون آصف وزیر
  • Adaletli padişah, Asaf’a eş oldu mu artık adı “Nur üstüne nur” olur...
  • شاه عادل چون قرین او شود ** نام آن نور علی نور این بود
  • “Padişah Süleyman” veziri de Asaf oldu mu nur üstüne nurdur, amber üstüne amber!
  • چون سلیمان شاه و چون آصف وزیر ** نور بر نورست و عنبر بر عبیر