- Her ot, adını, tesirini söyler; “Şuna can’ım, öbürüne zehir... 1290
- پس بگفتی هر گیاهی فعل و نام ** که من آن را جانم و این را حمام
- Buna zehirim, ona şeker... Adım, kader levhinde şudur diye dile gelirdi.
- من مرین را زهرم و او را شکر ** نام من اینست بر لوح از قدر
- Doktorlar Süleyman’dan o otu öğrenirler, bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardı.
- پس طبیبان از سلیمان زان گیا ** عالم و دانا شدندی مقتدی
- Bu suretle doktorluk kitapları düzdüler... Bedenleri hastalıklardan kurtardılar.
- تا کتبهای طبیبی ساختند ** جسم را از رنج میپرداختند
- Bu nücum ve tıp bilgileri, Peygamberlerin vahiyleridir... Yoksa akıl ve duygunun o tarafa nereden yolu olacak?
- این نجوم و طب وحی انبیاست ** عقل و حس را سوی بیسو ره کجاست
- Cüz’i akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. O, ancak fen sahibinden fenni kabul eder, öğrenmeye muhtaçtır. 1295
- عقل جزوی عقل استخراج نیست ** جز پذیرای فن و محتاج نیست
- Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir. Ama vahiy sahibi ona öğretir.
- قابل تعلیم و فهمست این خرد ** لیک صاحب وحی تعلیمش دهد
- Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar!
- جمله حرفتها یقین از وحی بود ** اول او لیک عقل آن را فزود
- Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu?
- هیچ حرفت را ببین کین عقل ما ** تاند او آموختن بیاوستا
- Hile kılı kırk yarar ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez!
- گرچه اندر مکر مویاشکاف بد ** هیچ پیشه رام بیاستا نشد