- O istediğin ayıp ve noksanı sana görünseydi canın o araştırmadan kaçıverirdi! 1350
- ور نمودی علت آن آرزو ** خود رمیدی جان تو زان جست و جو
- O işin ayıp ve noksanı sence belli olsaydı seni hiç kimse o işe, hatta çeke çeke bile götüremezdi!
- گر نمودی عیب آن کار او ترا ** کس نبردی کش کشان آن سو ترا
- Nefret ettiğin öbür iş yok mu? Ondan neden nefret ettin? Çünkü ayıbı, noksanı meydana çıktı da ondan!
- وان دگر کار کز آن هستی نفور ** زان بود که عیبش آمد در ظهور
- Ey sırları bilen güzel sözlü Allah, kötü işlerin ayıbını, noksanını bizden gizleme!
- ای خدای رازدان خوشسخن ** عیب کار بد ز ما پنهان مکن
- İyi işleri de bize ayıplı gösterme de o işe gidelim, sarılalım... Çalışmamız heba olmasın, gayretimiz soğumasın!
- عیب کار نیک را منما به ما ** تا نگردیم از روش سرد و هبا
- Yüce Süleyman, âdeti veçhile alaca karanlıkta mescide giderdi. 1355
- هم بر آن عادت سلیمان سنی ** رفت در مسجد میان روشنی
- Her gün, âdeti veçhile mescitten yeniden yeniye hangi ot, hangi kök bitmiş... O padişah, bunu arar araştırırdı.
- قاعدهی هر روز را میجست شاه ** که ببیند مسجد اندر نو گیاه
- Gönül haktan gizli kalan o otları gizlice can gözüyle görür, tanır.
- دل ببیند سر بدان چشم صفی ** آن حشایش که شد از عامه خفی
- Sofinin, gül bahçesinde başını dizine dayayıp murakabeye dalması, dostlarının başını kaldır, bahçeyi seyret... Allah rahmetinin eserleri olan çiçeklere, kuşlara bak demeleri
- قصهی صوفی کی در میان گلستان سر به زانو مراقب بود یارانش گفتند سر برآور تفرج کن بر گلستان و ریاحین و مرغان و آثار رحمةالله تعالی
- Sofinin biri, bir bağda neşelenip açılmak için soficesine yüzünü dizine dayamış,
- صوفیی در باغ از بهر گشاد ** صوفیانه روی بر زانو نهاد
- Varlığının ta derinlerine dalmış gitmişti. Her zevekilin biri onun bu uykusundan usandı.
- پس فرو رفت او به خود اندر نغول ** شد ملول از صورت خوابش فضول