- Doğum gecikince, gebenin yakınları, her azizden muska isterler.
- رقعهی تعویذ میخواهند نیز ** در شکنجهی طلق زن از هر عزیز
- Hepsi de adamakıllı bilir ki rüzgârı, Âlemlerin Rabbi Allah göndermekte.
- پس همه دانستهاند آن را یقین ** که فرستد باد ربالعالمین
- Zaten her bilen kişi, aklen bilir ki hareket edenin bir hareket ettiricisi vardır.
- پس یقین در عقل هر داننده هست ** اینک با جنبنده جنباننده هست
- Sen onu gözünle görmüyorsan eserleri görünüyor ya... Onlara bak da anla!
- گر تو او را مینبینی در نظر ** فهم کن آن را به اظهار اثر
- Beden de canla hareket eder: fakat canı görmezsin. Görmezsin ama tenin hareketine bak da canı anla! 155
- تن به جان جنبد نمیبینی تو جان ** لیک از جنبیدن تن جان بدان
- Âşık, “Edebe riayet bakımından aptal bile olsam vefada, istekte akıllıyım, anlayışlıyım” dedi.
- گفت او گر ابلهم من در ادب ** زیرکم اندر وفا و در طلب
- Sevgili dedi ki: “Eğer şu görünen hareket, edebe riayetse artık ötesini sen daha iyi bilirsin!
- گفت ادب این بود خود که دیده شد ** آن دگر را خود همیدانی تو لد
- Karısını bir yabancıyla yakalayan sofi
- قصهی آن صوفی کی زن خود را بیگانهای بگرفت
- Sofinin biri, bir gün eve geldi... Evin bir kapısı vardı, karısı da bir kunduracıyla içerdeydi.
- صوفیی آمد به سوی خانه روز ** خانه یک در بود و زن با کفشدوز
- Kadın, nefsinin hilelerine uymuş, kunduracıya kul köle kesilmiş, odada adamla buluşmuştu.
- جفت گشته با رهی خویش زن ** اندر آن یک حجره از وسواس تن
- Sofi, kuşluk çağı kapıyı sıkıca döver dövmez ikisi de şaşırdılar... ne bir hileye başvurmaya imkân vardı, ne kaçıp kurtulacak bir yol! 160
- چون بزد صوفی به جد در چاشتگاه ** هر دو درماندند نه حیلت نه راه