English    Türkçe    فارسی   

4
151-160

  • Doğum gecikince, gebenin yakınları, her azizden muska isterler.
  • رقعه‌ی تعویذ می‌خواهند نیز ** در شکنجه‌ی طلق زن از هر عزیز
  • Hepsi de adamakıllı bilir ki rüzgârı, Âlemlerin Rabbi Allah göndermekte.
  • پس همه دانسته‌اند آن را یقین ** که فرستد باد رب‌العالمین
  • Zaten her bilen kişi, aklen bilir ki hareket edenin bir hareket ettiricisi vardır.
  • پس یقین در عقل هر داننده هست ** اینک با جنبنده جنباننده هست
  • Sen onu gözünle görmüyorsan eserleri görünüyor ya... Onlara bak da anla!
  • گر تو او را می‌نبینی در نظر ** فهم کن آن را به اظهار اثر
  • Beden de canla hareket eder: fakat canı görmezsin. Görmezsin ama tenin hareketine bak da canı anla! 155
  • تن به جان جنبد نمی‌بینی تو جان ** لیک از جنبیدن تن جان بدان
  • Âşık, “Edebe riayet bakımından aptal bile olsam vefada, istekte akıllıyım, anlayışlıyım” dedi.
  • گفت او گر ابلهم من در ادب ** زیرکم اندر وفا و در طلب
  • Sevgili dedi ki: “Eğer şu görünen hareket, edebe riayetse artık ötesini sen daha iyi bilirsin!
  • گفت ادب این بود خود که دیده شد ** آن دگر را خود همی‌دانی تو لد
  • Karısını bir yabancıyla yakalayan sofi
  • قصه‌ی آن صوفی کی زن خود را بیگانه‌ای بگرفت
  • Sofinin biri, bir gün eve geldi... Evin bir kapısı vardı, karısı da bir kunduracıyla içerdeydi.
  • صوفیی آمد به سوی خانه روز ** خانه یک در بود و زن با کفش‌دوز
  • Kadın, nefsinin hilelerine uymuş, kunduracıya kul köle kesilmiş, odada adamla buluşmuştu.
  • جفت گشته با رهی خویش زن ** اندر آن یک حجره از وسواس تن
  • Sofi, kuşluk çağı kapıyı sıkıca döver dövmez ikisi de şaşırdılar... ne bir hileye başvurmaya imkân vardı, ne kaçıp kurtulacak bir yol! 160
  • چون بزد صوفی به جد در چاشتگاه ** هر دو درماندند نه حیلت نه راه