English    Türkçe    فارسی   

4
1648-1657

  • Hile yıldırıma benzer... Onun ışığıyla yolcuların, yolu görmelerine imkân yok!
  • زرق چون برقست و اندر نور آن ** راه نتوانند دیدن ره‌روان
  • Bu âlemde de bir şey yok, bu âlemdekilerde de! Her ikisi de vefasızlıkta aynı gönle sahip!
  • این جهان و اهل او بی‌حاصل‌اند ** هر دو اندر بی‌وفایی یکدل‌اند
  • Dünyanın oğlu dünya gibi vefasız... Sana yüz tutar ama o, yüz değildir, arkadır! 1650
  • زاده‌ی دنیا چو دنیا بی‌وفاست ** گرچه رو آرد به تو آن رو قفاست
  • Fakat o cihanın ehli, o cihan gibi ebedi olarak ihsan ve keremdeki ahitlerinde, Peymanlarında dururlar!
  • اهل آن عالم چو آن عالم ز بر ** تا ابد در عهد و پیمان مستمر
  • Hiç iki peygamberin birbirine zıt olduğunu, birbirlerinin mucizesini kapıp aldığını gördün mü?
  • خود دو پیغمبر به هم کی ضد شدند ** معجزات از همدگر کی بستدند
  • O âlemin meyvesi solar, bozulur mu? Akla mensup neşe kederlenmez ki!
  • کی شود پژمرده میوه‌ی آن جهان ** شادی عقلی نگردد اندهان
  • Nefis, ahdinde durmaz; o yüzden gebertilecek bir şeydir ya! Kendisi de alçaktır, kıblegâhı da alçaktır.
  • نفس بی‌عهدست زان رو کشتنیست ** او دنی و قبله‌گاه او دنیست
  • Nefislere de bu alçaklar topluluğu lâyıktır... Ölüye mezarın, kefenin layık olduğu gibi! 1655
  • نفسها را لایقست این انجمن ** مرده را درخور بود گور و کفن
  • Zekidir, ince şeyleri bilir... Bilir ama değil mi ki kıblesi dünyadır, onu ölü bil sen!
  • نفس اگر چه زیرکست و خرده‌دان ** قبله‌اش دنیاست او را مرده دان
  • Allah’ın vahiy suyu bu ölüye ispat etti de ölü topraktan bir diri zuhur etti.
  • آب وحی حق بدین مرده رسید ** شد ز خاک مرده‌ای زنده پدید