- Canı, pabuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış olma “Sadr – Ulu ve baş köşeye geçen vezir” derler.
- صدر خوانندش که در صف نعال ** جان او پستست یعنی جاه و مال
- Padişah bir zâhidi seçince bu haber, kadınların kulağına vardı!
- شاه چون با زاهدی خویشی گزید ** این خبر در گوش خاتونان رسید
- Padişahın,oğlu için bir yoksul zâhidin kızını seçip almasına harem ehlinin itirazı ve onların bu akrabalıktan utanmaları
- اختیار کردن پادشاه دختر درویش زاهدی را از جهت پسر و اعتراض کردن اهل حرم و ننگ داشتن ایشان از پیوندی درویش
- Şehzadenin anası, aklının noksan oluşundan itiraz ederek dedi ki: Evlenmede gerek akıl, gerek nakil, eşit olmayı şart koşmuştur.
- مادر شهزاده گفت از نقص عقل ** شرط کفویت بود در عقل نقل
- Halbuki sen nekesliğinden, cimriliğinden kurnazlık ederek oğlumuzu bir yoksulla akraba yapıyorsun? 3130
- تو ز شح و بخل خواهی وز دها ** تا ببندی پور ما را بر گدا
- Padişah dedi ki: Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır... çünkü onun kalbi ganidir ve bu da Tanrı vergisidir.
- گفت صالح را گدا گفتن خطاست ** کو غنی القلب از داد خداست
- Böyle adam, takvasında kanaat bucağına kaçar, yoksul gibi nekesliğinden, tembelliğinden değil!
- در قناعت میگریزد از تقی ** نه از لیمی و کسل همچون گدا
- Kanaattan meydana gelen darlık, takvadandır... bu, aşağılık kişilerin yokluğundan, darlığından apayrı bir şeydir.
- قلتی کان از قناعت وز تقاست ** آن ز فقر و قلت دونان جداست
- Nekes, bir habbe bulsa başını bile verir... halbuki temiz kişi, himmetiyle altın hazinesine bile bakmaz, terk edip gider!
- حبهای آن گر بیابد سر نهد ** وین ز گنج زر به همت میجهد
- Hırsından, her çeşit harama kasten padişaha ulu kişiler, yoksul derler. 3135
- شه که او از حرص قصد هر حرام ** میکند او را گدا گوید همام
- Kadın dedi ki: Nerede onda çeyiz olarak verecek şehir ve kaleler... yahut saçı olarak saçacak inciler, paralar pullar?
- گفت کو شهر و قلاع او را جهاز ** یا نثار گوهر و دینار ریز