- O ferci kokmuş doksanlık kocakarı, şehzadenin ne aklını bıraktı, ne ağzını, zavallıda konuşacak iktidar bile kalmadı.
- آن نودساله عجوزی گنده کس ** نه خرد هشت آن ملک را و نه نس
- Şehzade tam bir yıl o karıya esir oldu... o kokmuş karının ayakkabısının tasmasını öpüp durdu. 3150
- تا به سالی بود شهزاده اسیر ** بوسهجایش نعل کفش گنده پیر
- Kocakarının sohbeti, şehzadeyi kesip biçmekte, eritip mahvetmekteydi... âdeta yarı canlı bir hale gelmişti.
- صحبت کمپیر او را میدرود ** تا ز کاهش نیمجانی مانده بود
- Başkaları onun zayıflığından derde düşerken o büyünün tesiri ile kendisinden bile bihaberdi.
- دیگران از ضعف وی با درد سر ** او ز سکر سحر از خود بیخبر
- Dünya padişaha zindan kesildi... şehzade ise babası ve akrabası ağlarken gülmekteydi!
- این جهان بر شاه چون زندان شده ** وین پسر بر گریهشان خندان شده
- Padişah pek çaresiz kaldı... gece gündüz kurbanlar kestirmede, sadakalar vermekteydi!
- شاه بس بیچاره شد در برد و مات ** روز و شب میکرد قربان و زکات
- Ne çare varsa hepsine başvurdu... fakat oğlan, kocakarıya gittikçe daha fazla âşık oluyordu. 3155
- زانک هر چاره که میکرد آن پدر ** عشق کمپیرک همیشد بیشتر
- Padişah, bunda mutlaka bir sır, bir hikmet olduğunu, bundan böyle ancak yalvarıp yakarmakla bir çare bulunabileceğini iyice anladı.
- پس یقین گشتش که مطلق آن سریست ** چاره او را بعد از این لابه گریست
- Secdeye kapanıp “Yarabbi, fermanın yürür... Tanrı mülkünde Tanrıdan başka kimin hükmü geçer ki?
- سجده میکرد او که هم فرمان تراست ** غیر حق بر ملک حق فرمان کراست
- Fakat bu yosul çocuk öd ağacı gibi yanıp duruyor... ey merhametli Tanrı, elini tut” demeye başladı.
- لیک این مسکین همیسوزد چو عود ** دست گیرش ای رحیم و ای ودود