English    Türkçe    فارسی   

4
3596-3605

  • Onun hilesini kabul mü edeyim, yoksa o hilenin aslını bilmesi için, hudasına mukabelede bulunayım mı? (T.M.)
  • بشنوم یا من دهم هم خدعه‌اش ** تا بداند اصل را آن فرع‌کش
  • Her mekir ve hilenin aslı, bizdedir. Arz üzerinde olan her şeyin aslı, göktedir. (T.M.)
  • که اصل هر مکری و حیلت پیش ماست ** هر چه بر خاکست اصلش از سماست
  • Cenab-ı Hakk, buyurdu ki: “Ya Musa! O köpek, hudaya değmez. Sen o köpeğin önüne, uzaktan bir kemik atıver.” (T.M.)
  • گفت حق آن سگ نیرزد هم به آن ** پیش سگ انداز از دور استخوان
  • Haydi asanı kımıldat da, topraklar, çekirgelerin yok ettiklerini yeniden versinler. (T.M.)
  • هین بجنبان آن عصا تا خاکها ** وا دهد هرچه ملخ کردش فنا
  • O çekirgeler, derhal yanıp simsiyah olsunlar da, halk, Allah’ın tebdil ve tahvilini görsün! (T.M.) 3600
  • وان ملخها در زمان گردد سیاه ** تا ببیند خلق تبدیل اله
  • Benim sebeplere ihtiyacım yoktur. O sebepler, hakikati örtmek için birer perdedir. (T.M.)
  • که سببها نیست حاجت مر مرا ** آن سبب بهر حجابست و غطا
  • O sebepler, tabiatçı ilaca dayansın; müneccim, yıldızları gözlesin! (T.M.)
  • تا طبیعی خویش بر دارو زند ** تا منجم رو با ستاره کند
  • Münafık, hırs ve tamah sevkiyle ve bir şey bulamamak korkusuyla, erkenden pazara gelsin! (T.M.)
  • تا منافق از حریصی بامداد ** سوی بازار آید از بیم کساد
  • Allah’a ibadet etmemiş, hatta yüzünü yıkamamışken, o cehennem lokması, yiyecek aramaktadır. (T.M.)
  • بندگی ناکرده و ناشسته روی ** لقمه‌ی دوزخ بگشته لقمه‌جوی
  • Yayılıp otlayan kuzu gibi, avam halkının canı da hem yer, hem de yenir. (T.M.) 3605
  • آکل و ماکول آمد جان عام ** هم‌چو آن بره‌ی چرنده از حطام