- Sen onları, lütuf ve cömertliğinle birçok defa davet ettin. Fakat (T.M.)
- تو بسی کردی به دعوت لطف و جود ** آن خران را طالع و روزی نبود
- Artık onlara nimet yorganını ört ki, çabucak gaflet uykusuna dalsınlar. (T.M.)
- پس فرو پوشان لحاف نعمتی ** تا بردشان زود خواب غفلتی
- Uykudan sıçrayıp kalkınca, onlar, mumu sönmüş ve sakiyi gitmiş bulsunlar. (T.M.)
- تا چو بجهند از چنین خواب این رده ** شمع مرده باشد و ساقی شده
- Onların azgınlığı, sana hayret verdi. Ama onlar ceza günü, sana tabiî olmadıklarına hasret çekeceklerdir. (T.M.) 3675
- داشت طغیانشان ترا در حیرتی ** پس بنوشند از جزا هم حسرتی
- Bizim adaletimiz zuhura gelince, her çirkin ve kötüye layık olan cezayı verir. (T.M.)
- تا که عدل ما قدم بیرون نهد ** در جزا هر زشت را درخور دهد
- Apaçık göremedikleri bir padişah, gizlice onlarla yaşıyordu. (T.M.)
- که آن شهی که میندیدندیش فاش ** بود با ایشان نهان اندر معاش
- Sendeki ruh ve akıl gibi, onlar da seninledir ama asla onları göremezsin. (T.M.)
- چون خرد با تست مشرف بر تنت ** گر چه زو قاصر بود این دیدنت
- O ise, senin hareketini, duruşunu görür. (T.M.)
- نیست قاصر دیدن او ای فلان ** از سکون و جنبشت در امتحان
- Ne şaşılacak şeydir ki, bu böyleyken, sen akıl ve ruhu yaratanın seninle oluşunu caiz görmezsin! (T.M.) 3680
- چه عجب گر خالق آن عقل نیز ** با تو باشد چون نهای تو مستجیز
- Bir kimse, akıldan gaflet ederek bir kötülükte bulunur. Sonra, aklı onu kınar ve ayıplar. (T.M.)
- از خرد غافل شود بر بد تند ** بعد آن عقلش ملامت میکند