English    Türkçe    فارسی   

4
503-512

  • Kör, evveline evvel olmayan Allah nuruyla hararetlendi mi ferahından, ben görüyorum, gözlerim açıldı benim der.
  • کور چون شد گرم از نور قدم ** از فرح گوید که من بینا شدم
  • Güzelim, adamakıllı ve hoş bir sarhoşluktur bu... Yalnız can gözünün açılması için aşılacak az bir yol vardır.
  • سخت خوش مستی ولی ای بوالحسن ** پاره‌ای راهست تا بینا شدن
  • Bu körün güneşten nasibidir... Allah doğrusunu daha iyi bilir ya... Bunun gibi belki yüzlerce nasibi de var! 505
  • این نصیب کور باشد ز آفتاب ** صد چنین والله اعلم بالصواب
  • O nuru gören kişinin ahvalini anlatmak, hiç Ebu Ali Sina’nın harcı mıdır?
  • وآنک او آن نور را بینا بود ** شرح او کی کار بوسینا بود
  • Yüz kat kuvvetli bile olsa bu dil, kim oluyor ki eliyle görüş perdesini oynatmaya kalkışıyor?
  • ور شود صد تو که باشد این زبان ** که بجنباند به کف پرده‌ی عیان
  • Perdeye elini sürerse vay ona... Allah kılıcı elini kesiverir!
  • وای بر وی گر بساید پرده را ** تیغ اللهی کند دستش جدا
  • Hatta el de nedir ki? Bilgisizliğinden serkeşlik eden başı bile keser, koparır!
  • دست چه بود خود سرش را بر کند ** آن سری کز جهل سرها می‌کند
  • Bunu söz olsun diye söyledim... Yoksa onun eli nerede, o nerede? 510
  • این به تقدیر سخن گفتم ترا ** ورنه خود دستش کجا و آن کجا
  • Hani derler ya... Teyzenin tenasül aleti olsaydı dayı olurdu, işte bu sözde onun gibi!
  • خاله را خایه بدی خالو شدی ** این به تقدیر آمدست ار او بدی
  • Dilden, sınıklıktan arınan göze... Söylenen nakledile gelen sözden görülen, bilinen hakikate yüz binlerce yıllık yol var desem yine de az söylemiş olurum!
  • از زبان تا چشم کو پاک از شکست ** صد هزاران ساله گویم اندکست