English    Türkçe    فارسی   

4
564-573

  • Hediyeleri getirenler, Süleyman’ın saray meydanına girince bir de gördüler ki yer, tamamı ile halis altınla döşenmiş!
  • چون به صحرای سلیمانی رسید ** فرش آن را جمله زر پخته دید
  • Altın üstünde tam kırk konaklık yol aldılar... Artık altın gözlerine su gibi bile görünmüyordu, o kadar ehemmiyetsiz bir hale gelmişti. 565
  • بر سر زر تا چهل منزل براند ** تا که زر را در نظر آبی نماند
  • Defalarca bu altınları, getirdiğimiz yere götürelim... Biz ne olmayacak iş yapıyoruz;
  • بارها گفتند زر را وا بریم ** سوی مخزن ما چه بیگار اندریم
  • Toprağı bile halis altın olan bir yere hediye olarak altın götürmek aptallıktır dediler.
  • عرصه‌ای کش خاک زر ده دهیست ** زر به هدیه بردن آنجا ابلهیست
  • Ey Allah’a aklı hediye götüren, akıl, orada yoldaki topraktan da aşağıdır!
  • ای ببرده عقل هدیه تا اله ** عقل آنجا کمترست از خاک راه
  • Hediyenin makbule geçmeyeceğini anladıklarından utangaçlıkları, âdeta onları gerisin geriye itmekteydi!
  • چون کساد هدیه آنجا شد پدید ** شرمساریشان همی واپس کشید
  • Sonra yine dediler ki: İster makbule geçsin, ister geçmesin... Bize ne? Biz emir kuluyuz! 570
  • باز گفتند ار کساد و ار روا ** چیست بر ما بنده فرمانیم ما
  • Altın olsun toprak olsun... Biz, götürmeye mecburuz... Buyruk verenin buyruğunu yerine getirmek mecburiyetindeyiz.
  • گر زر و گر خاک ما را بردنیست ** امر فرمان‌ده به جا آوردنیست
  • Geri götürün derlerse yine fermana uyar, getirdiğimiz hediyeyi geri götürürüz!
  • گر بفرمایند که واپس برید ** هم به فرمان تحفه را باز آورید
  • Süleyman, hediye getirenleri ve getirdikleri hediyeyi görünce gülmeye başladı. “Ben, sizden tirit istedim mi ki?
  • خنده‌ش آمد چون سلیمان آن بدید ** کز شما من کی طلب کردم ثرید